Daha Güçlü Bağışıklık Sistemi İçin

Sağlıklı yemek seçimleri ve dengeli beslenmek, bağışıklık sisteminiz için yapabileceğiniz en iyi yatırımdır.

Sağlıklı Pişirme İçin Püf Noktalar

Yemek yaparken kullandığınız malzemeler kadar pişirme biçiminiz de besinlerden alacağınız faydaya ve lezzete etki eder.

Şekerin Gizli İsimleri

Enerji değeri olmasına rağmen, şekerin besleyici bir özelliği yoktur.

MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Hakkında Bilgi


MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Nedir?

Beyimiz, sinir telleri vasıtasıyla vücuda elektrik sinyalleri göndererek vücudun çeşitli bölümlerini hareket ettirir ve koordinasyon sağlar. Bu sinir tellerinin her birinin etrafı özel bir tabakayla kaplıdır. Sinir hücrelerini koruyan ve görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olan bu kılıfa MİYELİN adı verilir. Miyelin kılıfını, bir elektrik kablosunun etrafını kaplayan ve elektrik kaçağının oluşmasına engel olan plastik malzemeye benzetebiliriz.

Bağışıklık sistemimiz vücudumuzu dışarıya karşı korurken kendi hücrelerimizi tanır. Ancak bilinmeyen nedenden dolayı sistem bozulduğunda, bağışıklık sistemi kendi hücrelerine özellikle de sinir iletimini sağlayan beyin ve omurilikteki hücrelere karşı saldırı düzenler. İşte bağışıklık sistemimiz, miyelin kılıflarına saldırdığında ‘plak’ adı verilen hasarlı bölgeler oluşur.

Bunun sonucunda yürüme, konuşma, görme gibi eylemlerde bozulmalar olabilir. . Ayrıca duyu problemleri ve denge sorunları gibi pek çok soruna neden olur.  Bunlar, MS atakları ismiyle tanımlanır. MS hastalığı, etkisini merkezi sinir sisteminde gösteren bu ve benzeri ataklar halinde kendini belli eden ve gelişen kronik sinir sistemi hastalığıdır.

Ataklar 1 hafta, 3 ay, 1 yıl gibi farklı zamanlarda olabilir. Her MS hastası için atak süreleri farklıdır. uygun tedavi, düzenli takiple kontrol altında tutulabilir.

Günümüzde ilaçlar, fizik tedavi ve diğer yöntemlerle ataklar önlenebilmekte, sayısı ve şiddeti azaltılabilmektedir. Miyelin tabakası kendini tekrar yeniler ve hastalar günlük yaşamına geri döner.


MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Nasıl Bir Seyir İzler?

Merkezi sinir sistemi beyin, beyincik, beyin sapı ve omurilikten oluşur. Bu hastalığın adı beynin birden çok yerinde görülmesinden dolayı çoklu yani “multiple”, hasar gören dokularında sertleşmesinden dolayı da “skleroz” kelimelerinden gelmektedir. 

Merkezi sinir sisteminde yer alan sinir hücrelerimiz, tüm uyarıları elektriksel olarak üretmektedir. Sinir hücrelerinin bu sinyalleri ileten ince uzun koluna akson, siniri çevreleyen ve koruyan dokuya ise miyelin adı verilir. Miyelin sadece sinir hücrelerini korumaz, aynı zamanda hücrelerin görevlerini yerine getirmelerine de yardımcı olur. 

MS hastalarında akson ve miyelin tabakası beynin farklı yerlerinde hasar görebilir ve sinirsel uyarıları düzgün iletemez. Sinir sisteminde meydana gelen hasara bağlı olarak duyularda, konuşmada, görmede, dengede ve yürümede sorunlar meydana gelebilir. 

MS hastalığı daha çok 20 ila 40 yaşlar arasındaki yetişkinlerde görülmektedir. Daha erken veya daha ileri yaşlarda görülme olasılığı oldukça azalmaktadır.

MS Hastalığı (Multiple Skleroz) ataksız veya ataklar şeklinde seyredebilen bir hastalıktır. Ataklar hastaların %85’inde ataklı olarak algılanabilir. Bunlar; daha kişide var olmayan kol veya bacaklarda güçsüzlük, görmede bozukluk veya denge gibi sorunların 24 saat boyunca devam etmesine denir.

Önceden MS atağı geçirmiş bir kişinin atakları düzeldikten sonra

-çok sıcak su ile duş alması,

-sıcak havaya maruz kalması ya da

 -ateşli bir hastalık geçirmesi sonucunda atakları yeniden belirebilir.

Bu durumda gerçekleşen ataklar yalancı atak olarak adlandırılmaktadır.

Gerçek ataklar genellikle 24 saat boyunca hastalığın bulguları gözlemlenmektedir. Eğer tedavi edilmezse atak süreleri 4 hafta ile 2 ay süresinde değişebiliyor. Hastalar daha önce bu tarz ataklarla karşılaşmadılarsa eğer ve bu ataklar 24 saat ve üzerinde sürüyorsa mutlaka en kısa sürede bir doktora görünmeleri önerilmektedir.


Multiple skleroz (MS) Hastalığı Ölümcül müdür?

MS hayatı tehdit eden bir hastalık değildir. Bazı hastalarda ileriki yaşlarda hareket ve bazı bilişsel kayıplara rastlanabilir. Hastalığın kesin tedavisi olmasa da günümüzde tıptaki gelişmeler, erken tanı ve doktor kontrolünde alınacak önlemler, ve kişinin yaşam tarzında yapacağı değişikliklerle birlikte atakları kontrol altına alınabilmekte ve yaşanan sıkıntıları azaltmaktadır.


Multiple Skleroz Nedenleri

Multiple Skleroz'un oluşumunda çevresel etkenler (iklim, yaşanan bölge vb.) ve geçirilmiş viral enfeksiyonların yanı sıra, genetik yatkınlık da önemli rol oynuyor. Ms Hastalığı, genetik ve çevresel nedenlerin bir araya gelmesi sonucunda da meydana gelebilir.

Multiple Skleroz (MS) hastalığı, özellikle 20-40 yaş arasında ve çoğunlukla kadınlarda görülüyor ancak bu farkın nedeni bilinmiyor.

MS’in kuzey ülkelerinde görülme sıklığı ekvatora yakın ülkelere göre 3 kat fazlayken bunun nedeni konusunda araştırmalar sürüyor. Kuzey ülkelerinde güneşli gün sayısının ekvatoral bölgelere kıyasla azlığından yola çıkan kimi araştırmalar, D vitamini eksikliğinin MS için bir risk faktörü olabileceğinin üstünde duruyor.

MS hastalığı oluşumunda genetik faktörler oldukça etkilidir. MS hastalığı nedenleri şöyle sıralanabilir:

  • Çevresel faktörler: Organik çözücülere ve cıvaya maruz kalma, böcek ilaçları ve radyasyon teması.
  • Etnik köken: Kafkas, Kuzey Afrika kökenlilerde hastalık görülebilir. Sarı ve kısmen siyah ırkta koruyuculuk beyaz ırka göre daha fazladır. Ayrıca Kuzey Avrupa, Amerika ve Kanada'nın kuzeyinde hastalık yüksek, ekvator bölgesinde düşük oranda görülmektedir.
  • Virüslerin etkisi: Geçmişte “herpes”, “varisella zoster” virüslerine maruz kalma.
  • Kalıtım: Çevresel tetikleyicilerden etkilenen genetik faktörler mevcuttur.
  • Genetik faktörler: MS'li anne veya babanın çocuklarında aynı hastalığın görülme oranı, toplumdaki aynı yaş grubu kişilerle kıyaslandığında 7-10 kat fazladır. Ancak genler, hastalığın oluşmasında tek faktör değildir. Örneğin; genetik olarak birbirinin aynı olan tek yumurta ikizlerinden birinde MS gelişse bile, diğerinde gelişme riski %25’tir.

Bu faktörlerin dışında MS hastalığı nedenleri arasında;

  • Kan ve beyin arasındaki bariyerin hasarı
  • Anne karnında oluşan biyokimyasal olaylar
  • Diyet ve vitamin yetmezlikleri
  • Alerjik reaksiyonlar da sıralanabilir.


Multiple Skleroz Çeşitleri

Hastalık her kişide farklı olarak seyreder. Hastaların hepsinde sinirler zarar görür ancak ortaya çıkan belirtiler farklı olabilir.

MS’in tanımlanan başlıca dört tipi bulunur. 

Atak ve iyileşmeler ile giden MS:Ataklar ile ortaya çıkar. Ataklar tam veya kısmen geri dönüşlüdür. MS’li hastaların çoğu başlangıçta atak ve iyileşmeler ile giden seyir gösterir. Atakların ne sıklıkta geleceğini tahmin etmek ise mümkün değildir. Ataklar bazen yılda birkaç kez, bazen 2-3 yılda bir, bazı hastalarda ise ancak yıllar sonra tekrar ortaya çıkabilir.

Sekonder ilerleyici MS: Atak ve iyileşmeler ile giden MS hastalarının bir kısmında daha sonra ataklar azalır ya da görülmezken, örneğin yürüme güçlüğü ve konuşma ve denge bozukluğu ya da bilişsel engellilikte devamlı bir ilerleme olur.

Primer ilerleyici MS: Hastalık sinsi başlıyor ve yıllar içinde gittikçe artan engellilik ortaya çıkıyor. İlerleme hızı değişken olmakla birlikte genellikle yavaş seyirli oluyor. Bu gruptaki hastalar MS’li olguların daha az bir bölümünü oluşturuyor.

Ataklarla ilerleyici MS: Başlangıçtan itibaren sinsi ve ilerleyici seyretmekle beraber arada ataklar da görülebiliyor.


MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Belirtileri Nelerdir?

MS belirtileri, rahatsızlığın erken evrelerinde geçici ataklar şeklinde ortaya çıkarken, tedavide geç kalındığında ilerleyen yıllarda görme kaybı, denge ya da yürüme bozukluğu ve peltek konuşma gibi bazı belirtiler kalıcı olarak yerleşebilir.

Bu nedenle MS belirtilerini iyi tanımak ve zamanında hekime başvurmak çok önemlidir. Ayrıca ataklar geçtiğinde “nasıl olsa düzeldim” düşüncesiyle tedaviyi kesinlikle bırakmamak gerekiyor.

MS’de yorgunluk, halsizlik, uyuşmalar ve vücutta elektriklenmeler gibi belirtiler gün içinde aralıklarla gelişebileceği gibi günlerce, haftalarca da sürebilir.

MS atakları belirtiler ise;

  • Yorgunluk
  • Vücudun değişik bölgelerinde özellikle gövdede, yüzde, kollar ya da bacaklarda uyuşukluk, karıncalanma, güçsüzlük
  • Denge ya da yürüme bozukluğu
  • Dilde peltekleşme gibi konuşma bozuklukları
  • Mesane ve bağırsak problemleri
  • Baş dönmesi
  • Görmede bulanıklık
  • Düşünme, bellek ya da konsantrasyonda zorluk yaşama
  • Depresyon

Ancak bu belirtiler kişide MS olduğu ve atak geçirdiği anlamına gelmiyor. Kişide daha önce olmayan bir nörolojik bulgunun varlığı, 24 saatten fazla sürmesi ve kötüleşmesi atak varlığına işaret eder. Bu durumda kişinin doktora başvurması gerekiyor.


MS Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?

MS’de nörolojik muayene, elektrofizyolojik (sinir iletimini ölçen testler), beyin omurilik sıvısı incelemesi ve MR yardımı ile tanı konur.

MS’in tanısında hastada ortaya çıkan belirtilerin doktora çok iyi anlatılması gerekir. Ayrıntılı öykü almak ve detaylı bir nörolojik muayene yapmak en önemli kural olarak kabul edilir.

Bu konuda deneyimli bir doktor, ayrıntılı öykü ve muayene ile klinik olarak MS’in ön tanısını koyabilir.

Tanıyı kesinleştirmede diğer önemli kural ise MS ile karışabilecek diğer hastalıkların dışlanmasıdır. Bu nedenle beyin ve omuriliğin MR görüntüleme ile değerlendirilmesi önem taşır. Kimi hastalarda kesin tanı için beyin omurilik sıvısının incelenmesi, kan testleri ve elektrofizyolojik çalışmalar da gerekebilir.


MS Hastalığı (Multiple Skleroz) Tedavisi

MS’in temel olarak 3 tip tedavisi var; belirtilere yönelik tedavi, atak tedavisi ve atakları önleme tedavisi.

Bağışıklık sistemini düzenleyen, baskılayan ve/veya atak sırasında uygulanan bu tedaviler MS hastalarına yardımcı oluyor.

Günümüzde MS tedavisinde çok sayıda ilaç seçeneği bulunuyor. Hastanın atakları ve hastalığın şiddetine göre hangi ilaca başlayacağına karar veriliyor. Ataklar erken dönemde kontrol altına alındığında, bu atakların yaratacağı hasar da engellenmiş oluyor.

MS’i tamamen durduracak kesin tedavi henüz olmasa da, bazı türlerinde erken tanı ve tedaviyle atakların sıklığı ile şiddeti de belirgin olarak azalıyor.

Bunun sonucunda hastaların atak döneminde yaşadıkları görme bozukluğu, konuşma güçlüğü, denge sağlama ve idrar tutamama gibi nörolojik bulgulara bağlı sıkıntılardan az etkileniyor. Ayrıca hastaların atak nedeniyle sık aralarla yüksek doz kortizon almaktan kurtulmaları yaşam kaliteleri açısından oldukça önem taşıyor.

Ayrıca erken dönemde tedavi başlanan hastalarda başta zihinsel işlevler olmak üzere yürüme ve denge gibi merkezi sinir sistemi etkilenmesine bağlı olarak özürlülüğe neden olan bozuklukların da daha geç ya da daha az geliştiği görülüyor.

Bugün hem MS hastalığının daha kötüye gitmesine engel olacak, hem de alevlenmeleri yatıştıracak birçok ilaç tedavide kullanılıyor. Bununla birlikte, fizik tedavi gibi farklı rehabilitasyon türleri de kişinin ev ve iş hayatında yardımcı olabiliyor.

MS, kronik bir hastalık olduğundan hem kaliteli uzun bir yaşam, hem de atakların önüne geçebilmek için egzersiz de önem taşıyor. Egzersiz, zayıf kasların neden olduğu problemleri önleyebiliyor, mesane ve bağırsak problemlerinin çözümüne de destek sağlıyor.

Yaygın bilinen aksine hastalığın cinsel isteği etkileme ihtimali bulunuyor ve bu durumda ilaç ve terapi yoluna gidilebiliyor. Ancak olası cinsel sorunlara karşın MS hastalığı çocuk sahibi olabilme yeteneğini etkilemiyor.

Her kronik hastalıkta olduğu gibi MS’de de kişinin ve çevresinin doğru bilgilere sahip olması tedavinin etkinliği, kaliteli bir yaşam ve hastalıkla savaşacak gücü bulması için önem taşıyor. Türkiye’de MS konusunda çalışan dernekler ve farkındalık kampanyaları bulunuyor.

MS hastalığı hamileliğe engel değildir ve çocukta herhangi bir gelişim bozukluğuna neden olmaz. Hamilelik ve doğum süreci, MS hastası olmayan kadınlarla aynıdır. Hamileliğiniz planlarken doktorunuza MS hastası olduğunu söyleyerek hamileliğiniz esnasındaki tedavi sürecini doktorunuz ile beraber düzenleyebilirsiniz.


MS hastaları nasıl beslenmeli?

Kafein kullanımı nasıl olmalı?

Kafein içeren ürünlerin, sinirliliği, uykusuzluğu ve idrar sıklığını artırdığını belirten Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Kafein içeren, kahvelerin alınmasının bir sakıncası yoktur. Günlük 3 birimi geçmemelidir. Örneğin; ‘1 Kahve + 1 Çay + 1 Kola = 3’ şeklinde olmalıdır” diyerek, şu bilgileri verdi:

 “Çerez ve Tohumlar: Çerez ve tohumlar esansiyel yağ asitleri kadar doğal yağların da kaynağıdır. Bu amaçla doğrudan çerez kullanılacağı gibi onların ezmeleri de kullanılabilir (fındık, fıstık ezmeleri). 1 kaşık fıstık ezmesi veya 10 adet fıstık/fındık günlük olarak yenebilir.

Meyveler: Günlük 2 meyve yenmesi önerilir. Tüm meyveler yenebilir. Öncelikle taze meyveler önerilir ama olmadığında donmuş meyveler de yenebilir.

Zeytin: Günde 3 siyah zeytin ya da 6 yeşil zeytin yenebilir. Veya bunların yerine 1 yemek kaşığı kadar yağ (5 gram) yenebilir.

Balık: Tüm balıklar istenildiği kadar yenebilir. Balıklar omega yağ asitleri ve D-vitamini açısından çok zengindir ve MS hastalarının, haftada en az bir kez balık yemeleri gerekir. Buna karşın, diğer deniz ürünlerinin tüketimi (midye, karides, ahtapot vb.) önerilmez.”

Bu gıdalara dikkat! 

Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Gluten içeren gıdalar, bedensel olarak alerji yaptığı ya da alerji testlerinde alerjik olduğu görülen besinler ve akrabalarından uzak durulmalıdır” diyerek,

Yine alınan besinler, bağırsaklarda herhangi bir hassasiyet oluşturuyorsa kaçınılmalıdır. Herhangi bir gıdaya (meyveye, sebzeye veya ete karşı) alerjik reaksiyon gösterebilir. Fakat bunlar aşağıda belirtilen gıdalara karşı olduğu kadar yaygın değildirler. Bu sıralanan gıdalar, insanlarda görülen gıda alerjik reaksiyonların %90’ının nedenini oluştururlar: Süt, yumurta, yerfıstığı, ağaç fındığı (ceviz, vb...), balık, kabuklu deniz mamulleri, soya unu. Bilinenin tersine, gıda katkı maddeleri (E-numaralı) alerjik reaksiyonların nadiren sebebini oluşturur” şeklinde konuştu.

Bazı “E katkılı” besinler

Prof. Dr. Sultan Tarlacı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Günlük kullanılan ürünlerin içerisinde katkı olarak bulunabilir. Bunlar içerisinde en problemli olanlar gluten ve glutamat içerenlerdir. MonoSodyum glutamat, Vetsin, ya da E621 olarak da bilinen monosodyum glutamat birçok gıda ürününde aromayı artırmak için kullanılan bir katkı maddesidir. Bilimsel olarak bu tat beşinci tat olarak acı, tatlı, tuzlu, ekşinin yanında kabul edilir. Glutamat proteinin ana bileşenidir. Hemen hemen bütün protein içeren gıdalarda (et, kümes hayvanlarının etleri, deniz ürünleri) doğal olarak bulunur. Gıdalarda kullanılan glutamatın miktarı, gıdanın % 0,1 ile % 0,8’i arasındadır. Bu miktar geleneksel gıdalarda doğal olarak bulunan glutamat seviyesinin benzeridir. Monosodyum glutamattan başka diğer hoş koku artırıcılarda (aromalar) kullanılmaktadır. Bazıları yine glutamat kökenlidir, bunlar; monopotasyum glutamat, kalsiyum diglutamat, monoamonyum glutamat ve magnezyum diglutamattır. Bunların ürün kodu ‘E620’ ile ‘E629’ arasındadır.

Aspartam’dan uzak durun!

Aspartam kalorisi düşük bir tatlandırıcıdır. Eğer çaya tatlandırıcı koymuyor ama diyet/light kola içiyorsanız aspartam alıyorsunuz demektir. Aspartam, bir zehirleyici olan aspartata %40 oranında dönüşür. Bunun yanında metanol (bir çeşit alkol) ve formik aside de dönüşür. Eğer arspartamla birlikte, gıdalarda sıklıkla kullanılan monosodyum glutamat alınmış ise dönüştüğü ürün aspartat zehirleyici seviyesi kat kat artar. Bu maddeler serbest olarak kan-beyin engelini aşıp sinir sistemine doğrudan zarar verebileceği gibi var olan zararı da arttırabilir. Bugün için, MS tanısı olan kişiler aspartam içeren besinleri almamalıdır. Bazı çalışmalarda ‘herhangi bir kanıt yok’ dense de ‘Kanıtın yokluğu, olmadığının kanıtı olamaz’ diye düşünüp fazladan bedene aspartam yüklememek lazımdır. MS ataklarını tetiklemese de aspartamın alımının, yorgunluk, halsizlik ve uyuşma artırıcı özellikleri nedeni ile uzak durulmalıdır. Aspartamın bazı kişilerde migren baş ağrılarını tetiklediği de gösterilmiştir.

Probiyotikler, bağırsak dengesini sağlıyor

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Bağırsak florasının yokluğunun olumsuz etkilerine karşın besin yoluyla yararlı bakterilerin (probiyotik katkıların) alınması bağırsaktaki normal dengeyi düzeltip sağlığın düzelmesinde rol oynayabilmektedir. Yani bağırsak içi yararlı bakterileri, isteyerek dışarıdaki besinlerden alabilir ve bağırsaktaki dostlarımıza yerler verebiliriz” diyerek, sözlerini şöyle tamamladı:

“Faydalı bakterilere ‘probiyotikler’ denir. Probiyotikler, sindirim sisteminde belli sayılarda bulunan ve temel beslenmenin yanında sağlık açısından çok yararlı olan canlı organizmalardır. Bir başka tanımda ise; Probiyotik, kullananın bağırsak mikrobiyal dengesini düzelterek yararlı bir şekilde etkileyen canlı organizmalardır. Probiyotik kelimesi Yunancada ‘Pro Biyo’ köklerinden gelir ve ‘Pro Yaşam’ anlamına gelir. Son yıllarda birçok değişik tanımla anılmıştır. Her durumda da, insanlar için yararlı bakteriyel bir ürün olarak bulunur.”

MS tedavisinde D vitaminin önemi

Multiple Skleroz (MS), nedenleri henüz tam olarak ortaya konulamamış bir rahatsızlık. Bu nedenle MS üzerindeki çalışmalar ve araştırmalar süratle devam ediyor. Araştırmalara göre virüsler, stres, aşırı tuz tüketimi, sigara kullanımı gibi pek çok faktör MS hastalığını tetikleyebiliyor. Bir diğer önemli nokta da MS sorunu olanlarda sıklıkla D vitamini eksikliğine rastlanması. Son yıllarda yürütülen bilimsel çalışmalar, yeterli düzeyde D vitamininin bağışıklık sistemini düzenleyerek, MS sorunu olanlara faydalı etkiler yarattığını gösteriyor. Ataklarının sayısıyla birlikte şiddetinde de azalma oluyor. Yapılan birkaç çalışmada uygun dozlarda D vitamini alımının MS riskini de iki kat azalttığını gösteriyor. Çocuklarda yeterli D vitamini takviyesinin uzun dönem MS’ten koruyucu etkisi olabileceği düşünülür.

D vitamini eksikliği MS nüks oranlarını artırır

MS ve D vitamini ilişkisiyle ilgili bilimsel çalışmalar hala devam ediyor. Elde edilen bilgilere göre, D vitamini eksikliği MS’teki nüks oranlarını da artıyor. Özellikle, atak tedavisi için kullanılan ilaçlar, kişilerin fiziksel engelliliğe bağlı daha az hareketli yaşam sürmeleri, günlerinin çoğunu kapalı ortamlarda geçirmeleri ya da güneşten yeterince faydalanamamaları bu duruma neden olarak gösteriliyor. Bununla beraber yeterli düzeyde D vitamininin bağışıklık sistemini düzenleyerek MS hastaları üzerindeki olumlu etkiler gösterdiğine dair bilimsel çalışmalar da bulunuyor.

MS belirtileri kişiden kişiye değişir

MS’in başlangıç aşamasında nörolojik bulguların bazı kişilerde kendiliğinden düzelmesi hekime başvuruyu dolayısıyla erten tanıyı geciktirir. Hastalığın belirtileri ve şiddeti de kişiden kişiye değişir. MS’li kişilerde ortaya çıkan bulgular ise şöyle:

  • Vücudun bir tarafındaki kol ve bacakta veya her iki bacakta birden uyuşukluk
  • Karıncalanma
  • İğnelenme
  • Güç kaybı
  • Spazm
  • Kas sertliği
  • Kramp
  • Görme kaybı
  • Çift görme
  • İdrar kaçırma ve idrar aciliyeti
  • Konuşma bozukluğu
  • Cinsel fonksiyon bozuklukları
  • Denge kaybı
  • Yorgunluk
  • Depresyon

Sıcak nedeniyle atak tetiklenebilir

MS rahatsızlığında D vitamini faydaları bilinmekle birlikte, diğer taraftan kişilerin sıcağa maruz kalmaları ve vücut ısısının yükselmesine bağlı atak geçirmelerini tetikleyebilir. Dolayısıyla, D vitamini ihtiyacı karşılanırken rahatsızlığın ilerleme riski de ortaya çıkabilir. Bu nedenle MS sorunu olanların güneşten yararlanırken dikkatli olmaları gerekir. Öncelikle güneş ışınlarının daha eğik geldiği sabah 10 ve öğleden sonra 16’dan sonraki saatler tercih edilmeli. Güneşlenme süresi de 20-30 dakikadan uzun olmamalı. Bununla birlikte, kafa, boyun ve omurilik bölgesine direk güneş ışınlarının gelmemesine dikkat edilmeli. MS hastalarının tüm vücudu değil, yalnızca kol ve bacaklarını güneşlendirmesi bile yeterli olabilir.

Düzenli ve sağlıklı yaşam önemli

MS ataklarını kontrol etmenin en önemli yolu, atakları öneyici tedavilerin düzenli olarak uygulanmasından geçer. Kişiler MS ataklarını tetiklemeden, yaz aylarında yeterince D vitamini depolayabilir. Ayrıca düzenli uyumak, az yağlı ve sebze yönünden zengin beslenmek, yaş grubu ve fizikse uygunluğa göre spor yapmak, stresten kaçınmak, sigara içmemek ve düzenli doktor kontrolü de ataklardan korunmada önem taşır. Ayrıca ilaç olarak alınacak D vitamininin doktorun önerdiği dozlarda kullanılması kritik.

MS hastalarının dikkat etmesi gerekenler

  1. Hastalar aşırı stres ve beden yorgunluğu yaratan aktiviteler ve işlerden kaçınmalı, düzenli ve sağlıklı beslenmelidir.
  2. Sağlıklı beslenme tüm kişiler gibi MS hastalarında da çok önemlidir. Akdeniz tipi, sebze, meyve ve balıktan zengin, yağ oranı düşük beslenme öne çıkmaktadır.
  3. Alkol ve sigara gibi zararlı maddeler kullanılmamalıdır. Sigara hem hastalığa yatkınlığı artırmakta hem de MS hastalarında kinikte daha hızlı kötüleşmeye sebep olabilmektedir.
  4. Hastalar mümkün olduğunca çok hareket etmelidir. Ağır egzersizlerden kaçınılmalı; daha çok günlük açık havada, aşırı güneş ve sıcaktan korunarak yapılan yürüyüşlere yer verilmelidir.
  5. MS şikayetlerini artırabilecek olan hamam, sauna gibi sıcak ortamlar yerine ılık su ile duş tercih edilmelidir.
  6. D vitamini eksikliği kontrol edilmeli, gereği halinde takviye alınmalıdır. Öncelikle D vitamini kaynağı gün ışığı olduğu için hastalar gün ışığı almalıdır. Ancak aşırı sıcaktan kaçınılmalıdır.


Multiple Sklerozla Savaşmanın 10 Etkili Yolu 

  1. Vücudunuzu Hareket ettirin

MS hastaları için egzersiz, genel sağlık açısından anahtardır. Damar sağlığını desteklediğini ve miyelinin yeniden büyümesini teşvik edebileceğini gösteren bazı kanıtlar bulunmaktadır. Beceri seviyenize göre uyarlanmış, hoşunuza giden bir fiziksel aktivite bulabilirsiniz. Hareketlilik ve denge sorunları olanlar için eliptik makine ve sabit bisiklet iyi seçeneklerdir. Haftada üç ila dört kez 20 ila 30 dakika egzersiz yapmayı hedefleyin. Yürüyüş yaparken hareketli müzikler dinlemeyi deneyin. İnsanlar adımlarını ritimle senkronize etme eğilimindedir ve multiple skleroz hastaları için bu senkronizasyonun motivasyonu artırabilir ve bilişsel yorgunluğu azaltabilir.

  1. Beyninizi Çalıştırın

Beyninizi ne kadar çok çalıştırırsanız ve bu konuda ne kadar amaçlı olursanız, o kadar fazla bilişsel rezerv yaratabilirsiniz. Bir Nöroloji çalışmasına göre, MS hastaları bilişsel olarak uyarıcı boş zaman etkinlikleriyle (sanat eseri yaratmak, yazmak, hobilere katılmak) ne kadar çok meşgul olursa, hastalığa bağlı bilişsel gerileme o kadar az yaşarlar. Sorunları çözme konusunda proaktif olun. Hafıza oyunları veya bulmacalar yapın. Bir enstrümanı çalmayı veya yeni bir dil öğrenin. TV şovları dikkatlice izleyin. Karakterleri ve olay örgüsünü analiz edin, ardından bunun hakkında entelektüel konuşmalar yapın.

  1. Sıkça Okuyun

Bilim, okumanın beynin birçok bölümünü uyardığını, beyindeki bağlantıyı artırabileceğini ve beyin işlevini iyileştirebileceğini göstermektedir. Sevdiğiniz kitapları okuyun. Okumak birçok farklı bilişsel beceriyi içerir.

  1. Sosyalleşin

Beynin birçok bölümü sosyal etkileşim sırasında aktiftir. Bu alanlar dikkat, çalışma belleği ve dil anlamadan sorumludur. Bütün bunlar bilişsel rezerv oluşturmaya yardımcı olmaktadır. Çevrimiçi olarak, metin veya görüntülü sohbet yoluyla insanlarla etkileşim kurmak bile beyninizi harekete geçirebilmekte ve bilişsel rezervinizi geliştirebilmektedir.

  1. Sağlıklı ve Dengeli Bir Diyet Takip Edin

Yaşlanmanın beyin üzerindeki etkileriyle savaşmanın en kolay yollarından biri sağlıklı ve dengeli bir diyettir. Belirtileri ortadan kaldıracak mucizevi bir besin olmasa da balık, meyve, sebze, kepekli tahıllar ve sağlıklı yağlar açısından zengin olan Akdeniz diyetini denemeniz tavsiye edilmektedir. Bu diyeti uygulamak, MS tarafından zarar görebilecek küçük beyin damarlarının korunmasına yardımcı olabilir. Akdeniz tarzı bir diyet, damar sağlığını destekler, beyne oksijen tedarikini ve kan akışını iyileştirir.

  1. Ruh Sağlığını Önceliklendirin

MS hastalarının genel popülasyondakilerden daha fazla klinik depresyon geçirme olasılığı daha yüksektir. Tedavi edilmediğinde depresyon, yorgunluk ve bilişsel değişiklikler gibi diğer semptomları daha kötü hissettirebilir. Depresyon ve yorgunluk genellikle bilişsel gerileme ile aynı hizadadır. Mutlu olmak sizi daha az yorgun yapabilir ve hatta bilişi geliştirebilir. MS hastalarında depresyonun başarılı bir şekilde tedavi edilmesi daha aktif bir yaşam tarzını teşvik edebilmekte ve böylece beyin sağlığına yardımcı olabilmektedir.

  1. Damar Sağlığınızı İzleyin

Kan şekeri, kan basıncı ve kolesterol gibi vasküler risk faktörlerini kontrol altında tutmak beyin sağlığını yönetmek için önemlidir. Yüksek kolesterolü, yüksek tansiyonu veya kontrolsüz diyabeti olan hastaların beyinleri çok daha hızlı küçülmektedir. Bu MS ile birleştiğinde daha büyük bir sorun haline gelebilir. Kan basıncı, kolesterol ve kan şekeri dahil olmak üzere vasküler risk faktörlerini kontrol ettirme konusunda doktorunuzla konuşun.

  1. Uykuyu Eksik Etmeyin

Uykunun beyin sağlığı üzerinde büyük bir etkisi vardır. Standart uyku hijyeni yaratın: Sakinleştirici bir ortam yaratın, yatmadan önce rahatlayın ve telefonunuzu kapatın. Yine de, ağrı, depresyon ve gece sık idrara çıkma gibi bazı MS semptomları uykuyu zorlaştırabilir. Mesane sorunları için birkaç kolay ipucunun uzun bir yol kat edebilirsiniz: Asitli yiyeceklerden, kafeinden ve alkolden kaçının; hepsi mesaneyi tahriş edebilir. Gün boyunca yeterince su içtiğinizden emin olun. Sık sık idrara çıkması gereken MS hastaları sıvıları kısıtlama dürtüsüne sahip olabilir. Fakat sıvıyı çok fazla kısıtlarsanız idrarınız daha asidik hale gelebilir. Mesane bundan hoşlanmaz, bu yüzden aslında daha sık idrara çıkarsınız.

  1. Strese Tepkinizi Eğitin

Stres, bilişsel işlevi etkileyebilmekte ve MS’li kişilerde bilişsel semptomları daha belirgin hale getirebilmektedir. Bazı araştırmalar kronik stresi MS’li kişilerde kötüleşen nörolojik semptomlar ve artan beyin lezyonları ile ilişkilendirmektedir. Strese tepkinize odaklanmaya çalışın. Strese daha sağlıklı, daha üretken bir şekilde yanıt vermeyi öğrenerek, stresin sisteminiz üzerindeki zararlı etkisini azaltabilirsiniz. Stres seviyesi yükseldiğinde yaptığınız şeyi durdurun, yavaş, derin nefesler alın ve neler olduğunu gözlemleyin. Ardından nasıl devam edeceğinize karar verin. Bu, süreci yavaşlatmaya yardımcı olur ve düşünmeden tepki vermek yerine üzerinde düşünülmüş bir karar vermeniz için size zaman tanır.

  1. D Vitamini Seviyenizi Kontrol Edin ve Gerekiyorsa Takviye Yapın

Araştırmalar, D vitamininin MS hastaları için semptomları hafifletmeye ve yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı olabileceğini düşünmektedir. D vitamini bağışıklık fonksiyonuna yardımcı olur ve ayrıca beyin sağlığını iyileştirdiği gösterilmiştir. Dahası, bazı kanıtlar düşük D vitaminini MS ile ilişkilendirmektedir.

Ferritin Nedir?

Ferritin eksikliği vücutta demir mineralinin depolanmasını sağlayan ferritin proteininin eksikliğidir. Demir eksikliği olduğunda görülür.

Ferritin Nedir?

Ferritin, demir mineralinin depolanmasını sağlayan ve demirin gerektiğinde vücuda salınımını yapan bir proteindir. Vücutta demir eksikliğinin olup olmadığına ferritin değerlerine bakılarak karar verilir. Ferritin eksikliği görülüyorsa demir eksikliği vardır demektir. Demir eksikliği de halk dilinde kansızlık olarak bilinir. Bazı nedenlerden dolayı ferritinin düzeyi azalır ya da artabilir. Kan testleriyle bunu anlamak mümkündür.

Ferritin Eksikliği Nedenleri Nelerdir?

  • Aşırı adet kanaması
  • Demir eksikliği
  • Aşırı sigara kullanımı
  • Kan kaybı
  • Kronik hastalıklar
  • Demir minerali içeren besinlerin tüketilmemesi
  • Demir emiliminde ya da depolanmasında oluşan bozukluklar
  • Yetersiz beslenme
  • Sindirim sistemi hastalıkları
  • Çölyak hastalığı
  • Alkol kullanımı
  • Aşırı çay ve kahve tüketimi
  • C vitamini eksikliği

Ferritin Eksikliği Belirtileri Nelerdir?

  • Düşük enerji
  • Saç dökülmesi
  • Baş dönmesi
  • Kronik baş ağrıları
  • Bacak ağrıları
  • Anksiyete ve depresyon gibi psikiyatrik sorunlar
  • Kulak çınlaması
  • Cilt rengindeki solma
  • Nedeni bilinmeyen zayıflık
  • Çabuk yorulma
  • Agresiflik hali
  • Tırnaklarda hassasiyet ve kırılma
  • Nedeni bilinmeyen yorgunluk
  • Nefes darlığı
  • Cilt kuruluğu

Ferritin eksikliğinin belirtilerindendir. Bu belirtiler gözlemlendiğinde bir uzmana danışılmalıdır.

Ferritin Eksikliği Tedavisi Nasıldır?

Kan testi sonucunda ferritin değerlerinin altında olduğu tespit edildiğinde ferritin eksikliği tanısı konulur. Belirtiler can sıkıcı olabilir ve normal değerlerine gelmesi için tedavi uygulanabilir. Demir hapları, kan yapıcı şuruplar ve vitamin takviyeleriyle ferritin eksikliği giderilebilir. Bazen sadece vitamin almak yeterli olmaz bu durumda da hastanın beslenmesine de dikkat etmesi kan yapıcı besinler, demir minerali içeren gıdalar tüketmesi önerilir. Hastanın eğer kan kaybetmesine neden olan bir hastalığı ya da kanaması varsa bunlarında tedavisiyle ferritin değerlerinin normal seviyesine gelmesi beklenir. Ferritin eksikliği çok ilerlediği zaman ise hastaya kan nakli yapılması düşünülebilir.

Ferritin Eksikliğinin Giderilmesi ve Önlenmesi İçin Ne Yapılmalıdır?

  • Demir yapıcı besinler tüketilmeli, özellikle kırmızı et tüketimi artırılmalıdır.
  • Yemeklerin hemen ardından çay, kahve tüketilmemelidir. Yemeklerden en az iki saat sonra tüketilmesinde sakınca yoktur.
  • Ağır ve doktor kontrolü olmadan diyet uygulanmamalıdır.
  • Vegan veya vejetaryen beslenme şekli uygulanıyorsa besin takviyeleri mutlaka alınmalıdır.
  • C vitamini içeren besinler tüketilmelidir.
  • Aşırı adet kanaması tedavi edilmelidir.
  • Sigara ve alkol kullanılmamalıdır.

B12 Vitamini Nedir? Eksikliğinde Neler Olur?

B12 Eksikliği Belirtileri?

B12 eksikliği belirtileri, B12 vitamininin vücutta olması gereken değerden az olduğu durumların sonucu olarak ortaya çıkan belirtilerdir.

Beden ve sinir sisteminin sağlığı için oldukça önem taşıyan B12 vitamini eksik olduğu zaman birçok problem oluşturabilmektedir. B12 vitamininin eksikliğinin kimi zaman hastalıkların belirtisi olabildiği de bilinmelidir.

B12 Vitamini Nedir?

B12 diğer adıyla kobalamin olarak bilinen vitamindir. Vücudun kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar) üretilmesinde büyük önem taşıyan bir vitamindir. Vücudun bütün olarak sağlığının korunmasında oldukça önemlidir. Ancak B12 vitamini yalnızca dışarıdan besinler yoluyla alınabilmektedir. Vücudun kendisinin üretebildiği bir vitamin değildir. Bu yüzden bireylerin beslenmelerine çok dikkat etmeleri, sağlıklı dengeli ve düzenli beslenmeye özen göstermeleri gerekmektedir. Yeteri kadar alınamadığında B12 eksikliği belirtileri gözlemlenir.

B12 Eksikliği Belirtileri Nelerdir?

  • Unutkanlık başlıca B12 eksikliği belirtilerindendir
  • İkinci olarak saç dökülmesi durumunda bireylerin aklına ilk olarak B12 eksikliği gelmektedir. 
  • Yorgunluk
  • Halsizlik
  • Güçsüzlük
  • Ruh halindeki bozukluklar özellikle depresyon ve aşırı sinirlilik hali
  • Dikkat eksikliği, odaklanmakta güçlük
  • Üşüme
  • Kalp çarpıntısı
  • Uzuvlarda uyuşmalar
  • Pürüzsüz dil (dil üzerindeki noktacıkların yok olmaya başlaması)
  • Ağız yaraları (aftlar)
  • Cilt kuruluğu ve cansız bir cilt
  • Kilo kayıpları

B12 Eksikliği Nedenleri Nelerdir?

  • Vegan veya vejeteryan diyet uygulanması
  • B12 vitamini yönünden zengin besinlerin tüketilmemesi
  • Yeme bozuklukları (anoreksiya nevroza, blumia nevroza)
  • Yanlış diyetlerin sürekli uygulanması
  • Kullanılan bazı ilaçlar
  • İlerleyen yaş
  • Mide küçültme ameliyatları
  • Besin alerjilerinden dolayı B12 açısından zengin besinlerin tüketilememesi
  • Mide ve bağırsak problemleri, hastalıkları
  • Hamilelik

B12 Eksikliği Belirtileri Tedavisi Nasıldır?

B12 eksikliği belirtilerini gözlemleyen birey uzmana başvurduğunda uzman tarafından istenen kan testleriyle B12 eksikliği tanısı konulması mümkündür. Kan testi sonucunda B12 vitamin oranı referans değerlerinin altında olmasıyla B12 eksikliği olduğu gözlemlenir. B12 eksikliği belirtilerinin nedenleri araştırılmalı ve bu doğrultuda bir tedavi uygulanmalıdır. B12 vitamini içeren besinlerin tüketimiyle B12 eksikliği giderilemiyorsa B12 vitamin ilaçları ya da B12 vitamin iğneleri uzman tarafından önerilmektedir. Belirlenen dozda alındığında B12 vitamini normal değerlerine gelebilmektedir. Ve bu sayede B12 eksikliği belirtileri tedavi edilmiş olur.

Beyni Genç Tutmanın 4 Ana Yolu

 

Beyne sağlıklı ve iyi oksijen götürmek

Açık havaya ihtiyacımız var ve açık havaya çıkarak günde iki kez 10’ar defa derin nefes alma egzersizi yapmanızı istiyorum. Bunu şöyle yapacağız. Burnumuzdan dörde kadar sayarak havayı çekeceğiz ve ağzımızdan dörde kadar sayarak da dışarı vereceğiz.   Derin bir nefes vererek 10 kere tekrarlayacağız Günde ikişer step yani bir sabah bir akşam bunu açık havaya çıkarak yapabilirsiniz.

İkinci yol ise oksijen almanın iyi bir spor egzersizi

Aerobik egzersiz tercihimiz.

Açık havada hızlı tempolu yürüyüşler derin nefes egzersizi ile birlikte birleştiğinde beyniniz için inanılmaz bir ilaç haline geliyor.  “Ben yürüyüşü seviyorum” diyorsanız bisiklet sürmek de aynı etkiyi sağlayabiliyor. Beyninizi gençleştirmek hafızanızı güçlendirmek için bir diğer egzersizimiz masa tenisi. Masa tenisi yapmak beyin hafızası için inanılmaz bir tedavi şekli. Neden mi? Çünkü masa tenisi sırasında her bir topun geldiğinde hangi hareketi yapacağınız refleksleriniz bir sonraki etabı düşünmek için muhakemeniz birçok beynin hemen her yeri hakikaten o sırada çalıştırılıyor ve kullanılıyor. Masa tenisi vazgeçilmeniz olmalı. Masa tenisi oynamayı çok fazla sevmiyorsanız bunun yanında normal tenis de oynayabilirsiniz.

Beynimizi genç ve zinde tutmanın üçüncü yolu ise doğru beslenmek

Doğru beslenmek derken mümkün olduğunca organik gıdalarla beslenmenizi istiyoruz. Marketlere gidip raflardaki işlenmiş paketlenmiş gıdalardan uzak durmanız gerekiyor. Yine su içmek… Bakın beynin yüzde yetmişi sudan oluştuğunu her zaman söylüyorum ve su içmenin çok önemini vurguluyorum. Ve ne kadar su içelim? Eğer 60 kiloysanız kilo başı 30 ile çarpacaksınız ve 1800 miligram yani bir buçukla 2 litre arasında su içmeniz gerekiyor. Kilo başı 30 mililitre su içeceksiniz. Suyu da sabah içtim öğlene kadar bitirdim değil gün boyunca tüketmeniz lazım. Tercihen sabahları daha yüksek miktarda, akşam yatmaya yakın bir saatte 21:00’dan sonrasında daha düşük miktarda tüketmenizi öneriyoruz. Çünkü gece yatmaya yakın su içerseniz çok fazla gece sizi tuvalete kaldıracak. Tuvalete kalmanızı mümkün olduğunca istemiyoruz. O yüzden gün içinde su tüketiminizi fazla tutun akşamı biraz daha azaltabilirsiniz.

Kafein tüketimi

Çok fazla kahve nescafe ve çay tüketiyoruz. Günde 300 miligram kadar bunun sağlıklı olduğunu söyleyebilirim beyin için ama 300 miligram dan sonrası beyni zararlı bir şekilde fazla çalıştırıyor, aşırı çalıştırıyor ve beyne iyilik yerine tersine zarar veriyor. 300 miligram ne demek? 1 bardak Türk kahvesi yaklaşık 100-150 miligram kafein içeriyor. 1 bardak çay 50 miligram,  1 bardak nescafe ise 100 miligram kafein içeriyor. Demek ki günde altı bardak çay hakkınız veya iki bardak Türk kahvesi hakkınız veya 3 bardakta nescafe hakkınız var.

Beyni zinde ve genç tutmanın bir diğer yolu beyni dinlendirmek

Zaman zaman sakinleştirerek beyni resetlemeli sıfırlamalısınız. Bunu nasıl yapacaksınız? Bir kere kaliteli uyumanız lazım. Gece 11'le 7 arasında (sabah 7 arasında) uykuda olmanızı istiyorum. Vücudu gençleştiren beyni gençleştiren ve hastalıklardan koruyan bütün maddeler ve hormonlar uykuda salınır genellikle ve bu salınım saati de gece 11 ile saban 4 arasıdır.  Demek ki bu saatte uykuda kalmak sağlığımız için olmazsa olmazımız. Uykumuzun kalitesi önemli. Gece tuvalete kalkmadığınız bir uyku kalitesi lazım yani gece tuvalete kalkıyorsanız bu sağlıksızlık belirtisidir. En ufak sese uyanıyorsanız bu sağlıksızlık belirtisidir. Her gece defalarca rüya görüyorsunuz ve bu rüyalarınızı hatırlıyorsanız bu da bir sağlıksızlık belirtisidir. Kaliteli uyku çok önemli.

Beyni resetlemenin yollarından bir diğeri de meditasyon yapmak, dua etmek yoga yapmak gibi sakinleştirici ve gevşetici birtakım egzersizlere başvurmaktır Bu sizin stres yönetiminizi sağlayarak stres hormonu kortizolün artmasını engeller. Stres hormonu kontrolde olduğunda beynimiz inanılmaz aktif bir şekilde çalışacaktır.  

Beyni Zinde tutmanın ve hafızayı güçlendirmenin dördüncü ve son yolu ise onu sürekli şaşırtmak

Nasılsa şaşıracağınız mesela yeni bir dil öğrenmeye çalışın ya da yeni bir dans kursuna yazılın. Daha çok hareketli danslar. Tango gibi böyle hareketli yeni hareketleri öğreneceğiniz dansları tercih etmenizi öneriyorum. Bir diğeri işe giderken yada alışverişe giderken her gün kullandığınız yolu değiştirin ve farklı bir yol deneyin. Beyninizi şaşırtın ya da kitap okuyun. Sürekli olarak kitap okumak beyinde hafıza bölgesinin müthiş derecede maksimize eder ve çok aktif bir şekilde çalıştırırım. Puzzle, bulmaca çözün. Arkadaşlarınıza sosyalleşin. Beyni aktif tutmanın en iyi yollarından biri de yüksek kahkaha atarak gülmektir. Arkadaşlarınıza sosyalleşmek sevdiklerinizle bir arada olmak hafıza bölgenizi güçlendiren en güçlü silahtır.

 

İltihaplanma Nedir?


Vücut dışarıdan aldığı zararlı maddeler karşısında yediğiniz yanlış besinler hani ‘çöp besinler’ deriz ya yanlış ve vücut için zararlı besinler, işlenmiş gıdalar, alerjen içeren gıdalarla birlikte zehirleniyor. Ya da

hepsini bir tarafa bırakın evinizde oturduğunuzda temizlik yapmazsanız her tarafı toz kaplar. İşte yemeklerden aldığınız yada dışarıdan aldığınız soluduğunuz havada bile bir sürü toz var. Vücuda her gün farklı farklı zararlı maddeler giriyor Eğer vücut bu zararlı maddeleri atma kapasitesini çok iyi yapamazsa o zaman da uzun vadede dokulara zarar vermeye ve dokulara savaş açmaya başlıyor kendi hücrelerimiz. Buna da biz ‘iltihaplanma’ yani inflamasyon diyoruz.

Aslında bütün hastalıkların özünde iltihaplanma var. Tansiyonunuz varsa iltihaplanmanız var demektir. Şeker hastalığınız varsa iltihaplanmanız var demektir. Alzheimer, migren bile iltihaplanmadan geçiyor ya da bir kalp krizi geçirmeniz, obeziteniz, göbek etrafınızdaki şişmeniz yani genişlemeniz karın şişkinliğiniz, kilo almanız bile aslında zeminde bir iltihaplanmanın olduğunu bize gösteriyor. Şimdi demek ki aslında bizim sağlıklı beslenme dediğimizde iltihaplanmaya karşı bir beslenme düzeni oluşturmamız gerekiyor. 

  

VÜCUDUNUZDA İLTİHAPLANMA OLDUĞUNU NASIL ANLAYABİLİRSİNİZ?

Size özellikle acaba benim vücudumda iltihaplanma var mı sorusunu kendinize sorabileceğiniz ipuçları vermek istiyorum. Bunun için 14 tane sorumuz var. O 14 tane soruyu kendinize sorun. Eğer bu sorulardan 5 tanesinden fazlasına ‘evet’ yanıtı veriyorsanız sizin vücudunuza iltihaplanma var demektir.

Sinir sistemini çok tutar iltihaplanma. 

Sinir sistemi ile ilgili;

  • Unutkanlık probleminiz var mı?
  • Konsantre olmakta odaklanmakta sorun çekiyor musunuz? 
  • Sebepsiz açıklayamadığınız bir şekilde depresyon yada anksiyete yakınmalarınız var mı?

İkinci en sık iltihaplanma olan yer

Sindirim Sitemi 

En sık burada görüyoruz.  Genelde çoğu hastaya iltihaplanma için sorulan ilk soru sindirim sitemi soruları oluyor.

  • Yemeklerden sonra hazımsızlık, geğirme, gaz, şişkinlik gibi şikayetler yaşıyor musunuz?
  • Kabızlık, ishal ataklardan sık sık şikayet ediyor musunuz?

Detoks Sistemi

Ne demek detoks sistemi? Karaciğer, böbrek ve lenf bezi yani vücuttaki toksinleri atan bölgeler bunlar. Nasıl sorgulayacağız?

  • Karın çevreniz kalça çevrenizden geniş mi?

Eğer sizin karın çevreniz bir metreyi alın karın çevrenizi ölçün sonra kalça çevrenizi ölçün. Eğer sizin karın çevreniz kalça çevresinden daha genişse siz muhtemelen toksinlerle içiçe yaşıyorsun ve detoks sistemimiz bunu atamıyor demektir.

  • Kilonuz gün içinde değişiyor mu?

İkinci soruya ben sabah kalkıyorum 60 kiloyum akşama kadar akşam ölçtüğümde bakıyorum 63 kilo olmuşum yani gün içinde sabah akşam arasında kilo farkınız oluyorsa bu gene ödemenizin olduğu toksin sisteminizin iyi çalışmadığını gösterir.

  • Pankreas ve Karaciğer Sistemi
  • İnsülin direnciniz var mı? 
  • Sık sık açlık atakları yaşıyor musunuz? 
  • Sık sık yeme ihtiyacı duyuyor musunuz?
  • Aç olmasanız bile karbonhidrat ve şeker tüketme ihtiyacı duyuyor musunuz?
  • Sık sık tatlı yeme ihtiyacı duyuyor musunuz?

Bir diğer bölge ön planda şeker dengesini sağlayan pankreas ve karaciğer bölgesi. İnsülin direnciniz olabilir. İnsülin direnci neden olur? Çok fazla karbonhidrat tüketiyorsanız vücudun bunu enerjiye çevirmek için kullandığı insülin maddesi artık bir süre sonra yorulur ve duyarsızlaşır. O da sizde insülin direncine yol açar sık sık açlık atakları sık sık tatlı yeme ihtiyacı aç olmasanız bile bir şekilde karbonhidrat şeker içeren besinleri tüketme ihtiyacınız olabilir.

İltihabi reaksiyonun olduğu bir diğer şey;

Endokrin Sistem

Endokrin sistem yani hormonlarımızı kontrol eden sistem. Hormonlarınızı kontrol eden sistemde problem varsa da yaşayacağımız sorunlar

  • Canınız çok tuzlu atıştırmalık çekiyor mu?

Çok tuzlu atıştırmalık canınızın çekmesi. Tatlı yerine tuzlu atıştırmalıkları çok İsterseniz. Bu da hormon sistemimizin aslında toksin yüklü olduğunu bize düşündürür.

  • Cinsel isteğinizde azalma mevcut mu?

Cinsel isteğinizde çok ciddi azalma vardır. Kendimizi mümkün olduğunca hormonal dengesizlikler vücudunuz hep ödem içindedir bir türlü ödeminizi atamazsınız. İşte bu da yine hormonal sistemin toksinlerle yüklü olduğunu zararlı maddelerle yüklü olduğunu iltihaplanmanın başladığını gösteren problem. 

Kas ve İskelet Sistemi

  • Tüm vücudunuzda ağrı hissediyor musunuz?

Kas ve iskelet sisteminiz tutulmuş olabilir. Bütün vücudunun ağrıyabilir. Siz bunu fibromiyalji olarak kendinizde yaşıyor olabilirsiniz yada bağışıklık sisteminiz tutulmuşsa zaten artık yavaş yavaş hastalıklara doğru gidiyorsunuz demektir.

 Dünyada da şu anda kronik hastalıklar inanmaz artmış durumda. Yüzde 40 toplumda Kronik bir hastalık var tansiyon gibi şeker gibi kolesterol yüksekliği gibi Alzheimer gibi multipl skleroz gibi farklı farklı hastalıklarımız var. İşte bunların en büyük zemindeki sebebi inflamasyon. Bizi mutlaka inflamasyona karşı bir önlem almamız gerekiyor. Bunun da başında doğru beslenme geliyor.

 

 

Romatizmal Hastalığı Olan Kişiler Nasıl Beslenmeli?

Romatizmal Hastalığı Olan Kişiler Nasıl Beslenmeli?

Beslenme ve sağlık üzerine yapılan araştırmalar çoğu insanın sebze, meyve, kepekli tahıllar ve baklagiller de dahil olmak üzere bitkilerden elde edilen çeşitli bitki bazlı gıdalardan zengin bir diyet yiyerek sağlıklarını koruyup, geliştirebileceklerini göstermektedir. Yiyecekler var olan hastalıkları tek başlarına tamamen iyileştiremezler veya halihazırda meydana gelen hasarı tersine çevirmez, ancak aktif iltihaplanmayı azaltabilir, semptomlarınızı iyileştirebilir ve gelecekteki hastalık riskini azaltabilir.

Pek çok araştırma ile ortaya koyulmuştur ki, Akdeniz diyeti bir anti-inflamatuar diyet örneğidir. Büyük miktarlarda kalori açısından yoğun işlenmiş gıdalar, doymuş yağ ve ilave şeker içeren Standart Amerikan Diyeti (veya SAD diyeti) proinflamatuardır ve artmış kardiyovasküler hastalık ve ölüm riski ile ilişkilidir.

İki farklı randomize kontrollü çalışmada (benzer özelliklere sahip kişilerle yapılan çalışma), Akdeniz diyetinin romatoid artritli (RA) kişilerde eklem iltihabını azaltıp azaltmadığını incelemiştir. İlk çalışma, Akdeniz diyetini tüketen grubun, diyette 12 hafta sonra RA hastalığı aktivitesinde (azalmış eklem iltihabı) önemli bir iyileşme olduğunu bulmuştur.

Romatoid Artrit hastaları için 6 haftalık Akdeniz tipi bir diyeti test eden başka bir çalışma, Akdeniz diyeti yiyen grubun 6 ay sonra daha az ağrı ve sabah tutukluğu yaşadığını bulmuş ve bu da bu durumun uzun süreli bir fayda sağladığını düşündürmüştür.

Tabağınızın en az yarısını, tüm renk yelpazesinden bol miktarda nişastalı olmayan sebze ve meyvelerle kaplayın.

  • Sebze ve meyveler yüksek konsantrasyonlarda polifenoller (antioksidanlar), karotenoidler (antioksidanlar) ve lif içerir.
  • Besleyiciliği yüksek sebzelere örnekler: Hafif pişmiş koyu yapraklı yeşillikler (ıspanak, karalahana, lahana ve pazı), turpgillerden sebzeler (brokoli, lahana, brüksel lahanası, lahana ve karnabahar), havuç, pancar, soğan, bezelye, kabaklar, deniz sebzeleri ve yıkanmış çiğ salata yeşillikleri.
  • Besleyiciliği yüksek meyvelere örnekler: Ahududu, yaban mersini, çilek, şeftali, nektarin, portakal, pembe greyfurt, erik, nar, böğürtlen, kiraz, elma ve armut. Bunlar, daha yüksek glisemik yük taşıyan tropikal meyvelerden daha iyidir.


Yüksek glisemik indeksli (kan şekerini yükselten) gıdalar yerine düşük glisemik indeksli karbonhidratları; rafine tahıllar yerine tam tahılları seçin.

  • Yüksek glisemik karbonhidratlar yerine düşük glisemik karbonhidratlar yemek, vücudunuza enerji ve kan şekeri seviyelerinde daha küçük artışlar sağlar.
  • Kahverengi pirinç, basmati pirinci, yabani pirinç, arpa, kinoa ve çelik kesilmiş yulaf gibi tam tahılları (bozulmamış veya birkaç büyük parça halindeki tahıllar) yiyin.
  • Undan yapılan ürünlerdeki karbonhidratları sınırlayın.

Tekli doymamış ve/veya omega-3 çoklu doymamış yağ asitleri açısından zengin sağlıklı yağlar yiyin.

  • Yaygın olarak "omega-3'ler" olarak adlandırılan Omega-3 yağ asitleri, bir dizi anti-inflamatuar özelliğe sahiptir. İnsanlar vücutta omega-3 yağ asitleri üretemezler, bu nedenle diyetten gelmeleri gerekir. Yağlı balıklar (örneğin, sardalye, somon, ringa balığı ve siyah morina), tohumlar (kenevir, chia, keten tohumu yağı ve taze çekilmiş keten tohumu dahil) ve fındık (özellikle ceviz) önemli omega-3 yağ asitleri kaynaklarıdır.
  • Yemek pişirme, yemek hazırlama ve salata soslarında sızma zeytinyağı (tekli doymamış yağ asitleri ve polifenoller bakımından yüksek) kullanın.
  • Diğer sağlıklı yağ kaynakları arasında avokado, omega-3 ile zenginleştirilmiş yumurtalar ve tam soya gıdaları (tofu, tempeh, edamame) bulunur.


Bitki bazlı proteini seçin ve kırmızı eti sınırlayın.

  • Çoğunlukla vejetaryen bir diyet yiyen insanlar daha uzun yaşar ve vejetaryen diyetler, romatoid artrit gibi çeşitli inflamatuar durumlarda daha az semptomla ilişkilendirilmiştir.
  • Vejetaryen protein örnekleri arasında fasulye, baklagiller, fındık ve bütün soya gıdaları (tofu, tempeh, edamame) bulunur.
  • Balık aynı zamanda sağlıklı bir protein ve sağlıklı yağ kaynağıdır.

Yemeğinizi iltihap önleyici baharatlarla tatlandırın. 

  • Zerdeçal köksapı (anaç), anti-inflamatuar özelliklere sahip parlak sarı bir kimyasal olan kurkumin içerir.
  • Zencefil kökünün ise, anti-inflamatuar ve anti-oksidatif etkileri bulunmaktadır. Geleneksel olarak astım ve artrit dahil olmak üzere birçok kronik rahatsızlığın tedavisi için bitkisel bir takviye olarak kullanılmıştır.

Sınırlanması ve kaçınılması gereken yiyecekler

  • İçerik olarak hidrojene veya kısmen hidrojene yağlar (trans yağ) içeren yiyeceklerden kaçının.
  • İşlenmiş un, ilave şeker, yüksek fruktozlu mısır şurubu içeren yiyecekler ve yüksek fruktozlu meyve sularından kaçının.
  • Kırmızı etten kaçının veya en aza indirin. Tüm işlenmiş etlerden kaçının.
  • Mısır, aspir ve ayçiçek yağları gibi sağlıksız yağlardan kaçının.


D vitamini

Lupus ve diğer otoimmün hastalıkları olan birçok kişinin D vitamini seviyeleri düşüktür. Lupus tedavisinde kullanılan ilaçlar düşük D vitamini ve kemik sorunlarına neden olabilir, bu nedenle yüksek D vitamini içeren yiyecekler yemeye veya doktorunuz tarafından öneriliyorsa takviye almaya odaklanmanız için başka bir nedendir. D vitamini açısından doğal olarak zengin olan yiyecekler arasında somon (ve diğer birçok balık), yumurta ve mantar bulunur.

İşlenmiş gıdalardan kaçının

Anti-inflamatuar ve Akdeniz diyetleri, işlenmemiş tüm gıdaları yemeyi ve aşırı işlenmiş gıdalardan kaçınmayı önerir. Ama bu ne anlama geliyor? Bütün, işlenmemiş gıdalar, doğal hallerine mümkün olduğunca yakın gıdalardır. Tipik olarak bir gıda ne kadar çok işlenirse, o kadar az besleyicidir. Özellikle, aşırı işlenmiş gıdalar birden fazla olumsuz sağlık sonucuyla ilişkilendirilmiştir. Taze meyve ve sebzeler, fasulye, kabuklu yemişler ve deniz ürünleri, işlenmemiş bütün gıdalara örnektir. Minimum düzeyde işlenmiş gıdaları, uygun zaman, beceri ve ekipman sağlandığında kendi mutfağınızda yapabileceğiniz gıdalar olarak düşünün. Paketlenmiş yiyecekleri yemeyi seçerseniz, etikete bakın ve ilave şekerden kaçının.

Kolajen İçeren Besinler Nelerdir?

Kolajen İçeren Besinler Nelerdir?

Işıl ışıl canlı bir cilt, sağlıklı uzayan saçlar, kolay kırılmayan tırnaklar, esnek ve güçlü kaslar... Kulağa hoş geliyor değil mi? Ancak çoğu kişi özellikle yaşın ilerlemesiyle birlikte canlı bir cilde, parlayan saçlara sahip olmayı imkânsız olarak görüyor. Çünkü cilt zamanla incelip sarkıyor, saçlar cansızlaşıp dökülüyor, kaslar gücünü kaybedip zayıflayabiliyor.

Oysa vücudumuzda tüm bunları önleyen ve daha genç bir görüntüye sahip olmamızı sağlayan bir protein mevcut; kolajen.

Kolajenin görevi nedir?

Kolajen, vücudumuzdaki bağ dokuyu yeniler ve güçlendir. Doku, organ ve diğer yapılara sağlamlık, esneklik, direnç kazandırır. Özellikle cilt/deri, saç, tırnak, kas, kemik ve kıkırdak gibi dokularda bulunur. Bu nedenle kolajenin azalmasına bağlı olarak bu dokular olumsuz etkilenir.

Vücudumuzdaki kolajen miktarının azalmasının nedenleri nelerdir?

Zaman geçtikçe, özellikle 25’li yaşlardan sonra, vücudumuzdaki kolajen azalmaya başlar ve yaşlanma belirtileri ortaya çıkar. Aynı zamanda kötü beslenmek, sigara içmek, stres, menopoz, güneşe fazla maruz kalmak, toksinler ve çevre kirliliği gibi etkenler kolajen kaybını hızlandırır. Kolajen kaybını önlemek ve üretimini desteklemek için kolajen üretimine destek veren besinleri bilmemizde ve günlük beslenme rutinimize eklememizde fayda var.

Kolajen içeren besinler nelerdir?

Kolajen üretimini en fazla destekleyen besin, kemikli etlerdir. Kemiklerin içerisinde bulunan ilik kolajen üretimine fayda sağlayan aminoasitleri içerir. Bu nedenle ilikli kemik suyunu yemeklerinizde kullanabilirsiniz.
  • İlikli kemik suyu
  • Sığır eti
  • Tavuk eti
  • Hindi eti
  • Balık
  • Yumurta beyazı kolajen üretimini destekleyici aminoasitleri içerir.
Kırmızı renkli meyve ve sebzelerde içerdikleri güçlü antioksidanlar sayesinde kolajen üretimini destekler.
  • Ahududu
  • Böğürtlen
  • Yaban mersini
  • Kızılcık
  • Çilek
  • Kiraz
  • Elma
  • Pancar
  • Kırmızı kapya biber
  • Domates bu besinlere örnek gösterilebilir.
Sülfür/kükürt içeren besinler, kolajen üretimine yardımcı olmaktadır.
  • Brokoli
  • Lahana
  • Soğan
  • Sarımsak
  • Karnabahar
  • Pırasa
  • Brüksel lahanası bu besinlere örnek gösterilebilir.
Ayrıca, kolajenin üretilmesi ve daha iyi emilebilmesi için C vitaminine ihtiyaç vardır. Bu noktada C vitamini içeren meyve ve sebzeler fayda sağlayabilir. Özellikle;
  • Kapya biber
  • Maydanoz
  • Limon
  • Kivi
  • Portakal
  • Greyfurt
  • Mandalina zengin C vitamini kaynaklarıdır.

Her Soğuk Algınlığı Grip Midir?

Her Soğuk Algınlığı Grip Midir?

Yutkunma sırasında biraz boğazımız ağrımaya başlasa ve burnumuz aksa “aman grip oldum” diye etrafımıza adeta alarm veririz. Peki, her seferinde gerçekten de salgınlara neden olup yüzlerce insanın kaybına neden olan griple mi savaşıyoruz?

Soğuk Algınlığı Denilince!
  • Burun, boğaz, sinüsler ve üst hava yollarının enfeksiyonudur.
  • Havada asılı duran virüslerin solunması veya bu virüsleri taşıyan kişilerin kullanmış olduğu havlu, telefon gibi eşyaların ortak kullanılmasıyla bulaşır.
  • Altı yaşın altında olan çocuklar, sigara içenler, kronik hastalığı olanlar ve toplu ortamlarda bulunanlar daha fazla risk altındadır.
  • Virüsü taşıyanlar soğuk algınlığı bulguları başlamadan önce ve bulguları ortadan kalkana kadar bulaştırıcı olmaya devam ederler.
  • Hastalık sırasında bol su içmek, dinlenmek ve dengeli beslenmek gerekir.
Grip Denilince!
  • Soğuk algınlığına göre daha hızlı gelişir.
  • Bulguları soğuk algınlığına benzese de ateş 38-40 derecelere çıkabilir.
  • Kas ağrıları, terleme, aşırı yorgunluk, kuru öksürük ve bazen balgam olabilir.
  • Altmışbeş yaşın üzerinde olanlar, astım, böbrek ya da karaciğer hastalığı olanlar, şeker hastaları ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler gribe yakalandığında dikkatli olmalıdır.
  • Gribin ilerlemesi ile zatürre ve bronşit gelişebilir.
Nasıl tedavi olabilirim?

Soğuk algınlığı ve gribe virüsler neden olur. Antibiyotikler bakteriler üzerinde etkilidir, yani soğuk algınlığı ve gribe yol açan virüsler karşısında işe yaramazlar. Ancak virüs enfeksiyonunun üzerine bakteri bulaşması da olursa doktorunuz size antibiyotik verebilir.

Nasıl korunalım?

Öncelikle nezle olan kişi etrafındaki insanlara karşı duyarlı olmalı ve virüsleri etrafa bulaştırabileceğini bilmeli ve dikkatli davranmalı.

Virüsler en çok el ve solunum yoluyla vücuda girerler. Virüslerin vücuda giriş kapıları ağız, burun ve gözlerdir. Bu sebeple ellerini gün içerisinde sık sık yıkamalı, ağız, burun ve gözlerinle temas ettirmemelisin.

Çinko ve C vitamini gibi bazı vitamin ve mineraller bağışıklık sistemini güçlendirirler. Bu nedenle sağlıklı beslenmek hastalıklarla mücadelede önemlidir.

Çeşitli nedenlerden ötürü sağlıklı beslenemiyorsan vitamin ve mineral takviyesi alabilirsin.

Egzama ve Uygulanacak Bakım Yöntemleri

Egzama ve Uygulanacak Bakım Yöntemleri

Egzama toplumda en sık görülen hastalıklardan biridir ve derinin mikropsuz iltihabı (inflamasyon) ile seyreden bir deri hastalığıdır. Nedenleri ve tedavisi konusunda tıp dünyasında bir görüş birliği olduğu söylenemez ancak egzama pek çok farklı nedene karşı derinin verdiği bir tepki olarak düşünülebilir. Bunlar elle tutulabilir nedenler olabileceği gibi psikolojik nedenler de olabilir. Deterjanlar, sabunlar, giysiler, parfüm, makyaj malzemeleri ve metaller gibi günlük hayatta sıkça kullandığımız birçok madde cilde temas ederek kontakt dermatite neden olabilir. Bu maddeler bazen direkt olarak kendileri dermatite yani cilt iltihabına, bazen de allerjiye neden olarak iltihaba yol açar. Egzamayı tetikleyen nedenlerden biri de hava koşullarıdır. Havanın soğuk ve nem oranının düşük olması egzamayı alevlendirebilir. Atopik, alerjenlere yani allerji uyandırabilen maddelere karşı duyarlı demektir. Atopik egzama da allerijye yatkın kişilerde görülür. Atopik egzama türler arasında en sık görülenidir.

Atopik egzamada cilt kurudur, kaşıntılıdır, kızarık ve çatlamış görünmeye başlar. Bazılarında atopik egzama ciltte ufak adacıklar şeklinde olurken, diğerlerinde yaygın olarak kendini gösterebilir. Bu görüntü vücudun her yerinde olabilir ama en sık görülen atopik egzama bölgeler; dirseklerin iç tarafı, diz arkaları ve göz kapaklarıdır. Özellikle çocuklarda yüzde ve kafa derisinde olabilir. Bu döküntüler zaman içinde farklılıklar gösterir. Aralıklı olarak alevlenmeler görülebilir. Atopik egzama aile içinde birden fazla bireyde görülebilir ve bu ailelerde saman nezlesi ve astım da daha sık görülür. Atopik egzamanın tedavisinin en önemli kısımlarından biri etkenlerden uzak kalmaya çalışmaktır. Bu nedenle, atopik egzamanız varsa, bir günlük tutmanızda ve hayatınıza giren yeni maddeleri not etmenizde fayda var. Yeni kullanmaya başladığınız sabunları, deterjanları ve yiyecekleri not edip egzamayı azdırıp azdırmadığını belirlemeniz hayatınızı kolaylaştıracaktır. Stres de egzamanın tetikleyicilerindendir. Bunun dışında atopik egzamada rahatlatıcı tedbirleri almak gerekir.

Atopik egzamada nemlendirici tedavi çok önemlidir. Ciltteki kaşıntının en sık nedeni cildin kurumasıdır. Bu nedenle sağlıklı ciltte ve özellikle egzamada cildin nemli tutulması gereklidir. Farklı nemlendiriciler farklı oranlarda yağ içerirler. Yağ içeriği yüksek olan kremleri daha kuru ciltlerde kullanmak doğrudur. Parfüm içermeyen kremler alerjik ciltler için daha doğru seçeneklerdir. Satın almadan önce sizin için en doğru kremi seçmek önemlidir. Bu bazen denemeleri gerektirebilir. Bu nedenle bir krem satın almadan önce eczacınızdan deneme formlarını talep edebilir ve kendiniz için en doğru ve en iyi olan kremi seçebilirsiniz. En pahalı krem en iyi krem demek değildir. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Gün içinde en az iki kere nemlendirici sürmek ve ortaya çıkan lezyonları yumuşatmak gereklidir. Sabah ve gece yatmadan önce nemlendirici kullanmalısınız. Gece yatmadan önce bu kremleri sürmek gece uykusunun da daha kaliteli olmasını sağlayacaktır. Kaşıntının nemlendiricilerle önlenmesi lezyonların daha da kötüye gitmemesi açısından da önem taşır. Egzama alanlarının kaşınması cildin bütünlüğünün daha da bozulmasına yol açabilir. Bu çatlaklardan mikropların bulaşması bölgenin enfekte olmasına ve şikayetlerin artmasına neden olabilir. Bu nedenle egzama etrafında kızarıklığın genişlemesi, ağrının ve ısının artması, akıntının olması ve kokulu hale gelmesi mikrobik bir iltihabın belirtisi olabilir. Bu durumların gelişmesi halinde mutlaka doktorunuz ile görüşmelisiniz.

Yukarıda bahsettiklerim evde alabileceğiniz tedbirlerdir. Eğer bu tedbirlere rağmen rahatlama olmazsa ve lezyonlarınızda bir değişiklik fark ettiyseniz mutlaka doktorunuzla görüşmelisiniz.

Mevsim Dönümlerinde Hastalık Riskleri

Mevsim Dönümlerinde Hastalık Riskleri

İnsanoğlunun binlerce yıldır neslinin tükenmemesinin belki de en önemli nedeni zekasından önce vücudunun adaptasyon yeteneğidir. Henüz ısınmayı, serinlemeyi icat ettiği modern cihazlarla sağlayamadığı günlerde bile vücudunun sahip olduğu adaptasyon yeteneği ile hayatta kalabilmiştir. Bulunduğumuz coğrafyaya göre mevsim dönümleri yavaş veya hızlı geçişli olabilir. Bizler her ne kadar bu geçişlere adapte olabilsek de geçişler sırasında hastalıklara eğilimimiz artabilir. Çoğu hayatımızı tehdit etmeyen hastalıklar olsa da hayat kalitemizi düşürür ve bizi bir süre için işimizden alıkoyabilir. Bir yılın 365 gününü sağlıkla yaşamamıza engel olabilir.

Sonbahar dönemi özellikle soğuk algınlıkları ve grip için oldukça riskli bir dönemdir. Bunun altında yatan nedenin, soğuk havalarda vücudun savunma sisteminin yetersiz kalması olduğu düşünülse de bunu bilimsel olarak ikna edici düzeyde gösterebilmiş değiliz. Muhtemelen bu hastalıkların soğuk havalarda yaygın olmasının nedeni, daha fazla kapalı ortamda bulunmamız ve mikroplarımızı birbirimize aksırık, hapşırık ve temas yolu ile daha kolay bulaştırmamız. Bu nedenle bu dönemde kendimizi korumamız çok önemlidir. Bu riski azaltmak açısından elleri sık yıkamak gereklidir. Bunun yanı sıra solunum yolu enfeksiyonlarından ve gripten sorumlu virüsler vücudumuza ağız, burun ve kulak gibi boşluklardan girdiği için mümkün olduğu kadar ellerimizi yıkamadan yüzümüze ve ağzımıza vb yerlere sürmekten kaçınmak gereklidir. Bu dönemde akut bronşit dediğimiz solunum yollarının daha alt seviyelerdeki enfeksiyonu da daha sık görülür. Bu hastalıkta hem virüsler hem de bakteriler söz konusu olabilir. Kronik bronşiti olanlar, KOAH’ı olanlar, bebekler ve çocuklarda bu tip enfeksiyonların görülme ihtimali daha yüksektir. Sıklıkla grip benzeri belirtiler eşlik eder, bazı durumlarda ateş de ortaya çıkar. Ateşin olması hastaneye gidilmesi gerektiğinin bir işaretidir.

Mevsim dönümlerinde sıklaşmaya başlayan bir diğer grup hastalık da alerjilerdir. İster alerjik astım ister alerjik deri hastalıklarında olsun, alerjiye neden olan maddelerden uzak durmak önemlidir. Ayrıca cildimizin mevsim değişiminden ve özellikle soğuktan etkilendiği bu dönemde cilt bakımına özen göstermek önemlidir. Banyo sonrası cildi nemli tutmak ve özellikle dirsek, diz gibi bölgelerin bakımını yapmak sizin bu mevsim dönümünü daha rahat geçirmenizi sağlayabilir.

Yazın enerjisi sonbahara doğru değişirken dünyada adeta her şey solmaya ve enerjisini kaybetmeye başlar. Özellikle gün ışığı süresinin azalması ile beraber kişisel enerjide düşme ve depresyon eğilimi gelişebilir. Bir de hayattaki stres yüksek ise depresyon eğilimi artabilir. Bunun altında yatan neden “Melatonin dediğimiz hormonun karanlıkta daha fazla salınması mıdır?” sorusunun cevabını ancak bilimsel çalışmalar verecek fakat kendimize bir hobi bulmak ve beynimizi farklı yollarda çalıştırmak depresyondan korunmak için etkin bir yöntem olabilir.

Mevsim dönümlerinde risk altında olduğumuz hastalıkların pençesinden kurtulmak için beslenmeye özen göstermek gerekir. Gün içinde enerjimizi düşürmemek ve bağışıklık sistemimizi ayakta tutmak için sağlıklı beslenmeye dikkat edilmelidir. Kahvaltıda gün içinde enerjimizi ayakta tutacak yiyecek ve içecekleri tercih etmek önemlidir. Özellikle basit şeker içeren yiyecek ve içeceklerin kan şekerini hızla yükseltip hızla düşüreceğini bildiğimizden kahvaltıda kompleks karbohidrat içeren, protein oranı yüksek yiyecekleri tüketmek önem taşır. Suyu bol tüketmek de çok önemlidir. Gün içinde vücudumuzdaki su miktarını koruyarak kendimizi hastalıklara karşı daha dirençli hale getirebiliriz. Bağışıklık sistemini güçlü hale getiren vitaminleri yeteri kadar aldığınızdan emin olun. Grip aşısı olmamız gerekli ise bu girişimi atlamamak gerektiğini bir yere not edin.

Mevsim Dönümünde Bağışıklık Sisteminin Güçlendirilmesi

Mevsim Dönümünde Bağışıklık Sisteminin Güçlendirilmesi

Enfeksiyon hastalıklarının ilk aşaması mikroorganizmanın vücudumuza girmesidir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda mikrobun ve etkilerinin ortadan kaldırılması için bağışıklık sistemimiz aktive olur. Hastalığın ortaya çıkan belirtilerinden birkaçı da aslında bu savaşın neden olduğu durumlardır. Bağışıklık sistemimiz bu mikrobu aşılanma durumlarında olduğu gibi daha önceden tanıdıysa veya hafızasına kazıdıysa mikrop hastalığa neden olmadan ortadan kaldırılır. Bu daha sık olan bir durumdur çünkü gün içinde onlarca mikrop ile karşılaşırız ve pek çoğunu bağışıklık sistemimiz yok eder. Bağışıklık sistemimizin güçlü olması için alınması gereken önlemler sağlıklı hayat için her zaman söylediğimiz kurallardır.

Bunlardan birincisi sağlıklı beslenmedir. Çok karışık anlatmaya gerek yok. En basiti günde en az beş porsiyon meyve ve/veya sebze yemek, mümkün olduğu kadar farklı renklerde yiyecekler seçerek yemek masanızı oluşturmak en iyi seçimdir. Doğru beslenmediğimiz takdirde çinko, selenyum, demir, folik asit ve diğer A, B, C ve E vitaminlerinden az yararlanmak bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olabilir. C vitamini konusunda özellikle bugünlerde daha fazla duyulan bilgileri de güncellemekte fayda var. Bağışıklık sisteminin düzgün çalışması için C vitaminine ihtiyacınız var, fakat vücudumuzun kendisi maalesef C vitamini üretemiyor. Yani dışardan alınan C vitaminine ihtiyacı var. Gerekli olan miktarı sıklıkla yiyeceklerle alabiliyoruz. Bu nedenle sağlıklı besleniyor olmak çok önemli. 

Bu durumda kimler C vitamini açısından desteğe ihtiyaç duyar? Herkes C vitamini alarak grip gibi enfeksiyonlardan korur mu? Günde ne kadar C vitamini almak gerekli? Bunlar ve benzeri soruların cevapları bilimsel çalışmalarla verilmeye başlandı. Son yıllarda yapılan bir çalışmada C vitamini takviyesinin soğuk algınlığındaki etkileri araştırıldı. Toplamda 11.000’den fazla kişinin verisinin yer aldığı ve 29 çalışmanın verilerinin bir araya getirilerek yapıldığı analizde; C vitamini takviyesinin, kısa süreli yüksek enerjili egzersiz yapanlar için yararlı olabileceği belirtildi. Genel toplumda bu oran tespit edilmedi. Ama ilgi çekici bir bulgu daha vardı. Genel toplumda ise günde 200 mg’dan fazla düzenli C vitamini takviyesi alanlarda soğuk algınlığı semptomlarının ortalama %8 daha kısa sürdüğü görüldü. Çocuklarda ise bu oran daha yüksekti ve neredeyse 2 katı idi (%14). Bu bilgiler ışığında karar vermek en doğrusu gibi görünüyor. Beslenme alışkanlıklarınızı gözden geçirin, kötü ise bu alışkanlığınızı düzeltmeye engel bir durum olup olmadığını düşünün, çalışma temponuzu ve iklim koşullarını değerlendirin ve gereğinde doktorunuzla görüşerek karar verin.

Beslenme dışında uyku da elbette çok önemli. Erişkinler için günde 7-9 saat uyumak gerekli. Aksi halde bağışıklık sistemi zayıflamaya başlayabilir ve hastalıklara eğilimli hale gelebiliriz. Solunum sistemi enfeksiyonları da bu hastalıklar listesinin başında yer alıyor. Uykunun yanı sıra günlük egzersiz de sadece kaslarımızı değil, bağışıklık sistemimizi de daha güçlü kılar. Sadece çok ağır egzersizin bağışıklık sistemini zayıflattığını söylemek gerekli. 

Soğukta enfeksiyonların salgın haline gelmesinin altında yatan en önemli neden, insanların soğukta daha fazla kapalı yerlerde toplanmaları ve virüslerin kolaylıkla yayılmasıdır. Bu nedenle bağışıklık sisteminin güçlendirmek adına değil ama kendinizi korumak adına ellerinizi sık sık yıkayın ve özellikle dışarda ellerinizi ağzınıza, yüzünüze temas ettirmeyin.

D Vitamini Hakkında Bilmeniz Gereken 9 Bilgi

D Vitamini Hakkında Bilmeniz Gereken 9 Bilgi

1. En önemli D vitamini kaynağı güneştir. Vücudumuz güneş ışığını kullanarak D vitaminini sentezler. Besinlerle alınması zordur çünkü çok az besinde D vitamini bulunur. Ayrıca D vitaminin vücudumuzda aktif hale gelmesi için cildimizin güneş ışınları ile temas etmesi gerekiyor.

2. Günlük alınması gereken D vitamini miktarı 800 - 1000 ünitedir. Yeterli D vitamininin alınması için günde 15 dakika yüz, kol ve ellerin güneş ışığını alması gerekir.

3. Türkiye güneşli bir ülke olmasına rağmen ülkemizde 20 yaş üzeri her 10 kişiden 9’unda D vitaminin yetersiz düzeyde olduğu görülmektedir.

4. D vitamini kalsiyum emiliminde önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle güçlü kemikler için D vitaminine ihtiyaç duyarız. D vitamini kemik erimesine (tıbbi adıyla osteoporoz) karşı da koruma sağlamaktadır.

5. Ayrıca, D vitamini kasların hareket edebilmesine ve sinirlerin beyinden vücudun diğer bölümlerine mesaj taşıyabilmesine yardımcı olur. Bağışıklık sistemimiz bakteri ve virüslerle savaşmak için D vitaminine ihtiyaç duyar.

6. Son dönemde yapılan bilimsel çalışmalarda, D vitamininin hipertansiyon ve şeker hastalığı gibi kronik hastalıklara karşı koruma sağladığına yönelik bulgular yer almaktadır.

7. D vitamini vücudumuzda çok önemli görevler üstlenmektedir. Bu nedenle, özellikle yeterince güneş alamıyorsanız, D vitamini takviyesine ihtiyaç duyabilirsiniz.

8. Ancak D vitamininin fazlası vücudunuza zarar verebilir. Bu nedenle D vitamini takviyesi almadan önce mutlaka doktorunuza danışın.

9. D vitamini daha çok deniz ürünlerinde bulunur. İşte D vitamini zengini besinler:
  • Somon (deniz)
  • Çipura (çiftlik)
  • Hamsi
  • Sardalya (konserve)
  • Ton balığı (konserve)
  • Kahvaltılık margarin (sürülebilir)
  • Taze kaşar
  • Yumurta sarısı

Kış Aylarında Cildimizi Kurutan 6 Şey

Kış Aylarında Cildimizi Kurutan 6 Şey

Kış aylarında hemen herkesin yaşadığı bu sorun, doğru bakım yapılmadığında daha ciddi cilt problemlerine sebep olabiliyor. Peki, cildin kurumasına yol açan sık yapılan hatalar neler biliyor musunuz?

1. Yeterince su içmemek

Yazın nasıl terleyerek su kaybediyorsak, kışın da soğuk hava cildimizdeki nemin kaybına sebep olur. Bu yüzden cildimize ekstra nem takviyesi yapmamız gerekir. Su, cildimizin temel nem kaynağıdır. Cildimizin nemini koruması için günde en az 8 bardak su içmek gerekir. Su içmeyi ihmal edenlerdenseniz diyetinizde salatalık, kabak, kereviz, limon, portakal gibi bol su içeren gıdalardan tüketmeye özen göstermelisiniz. Böylece cildinizin nem dengesine içerden destek olmuş olursunuz.

2. Çok sıcak suyla duş almak

Sıcak su hızla buharlaştığı için cildinizdeki nemi de alır götürür. Bu yüzden yüzünüzü yıkarken ya da duş alırken çok sıcak su kullanmaya dikkat edin. Ayrıca bulaşık yıkarken ya da temizlik yaparken bulaşık eldiveni giymeyi de ihmal etmeyin.

3. Doğru nemlendirici kullanmamak

Kuru cilt denince ilk akla gelenlerden biri nemlendirici kullanmak kuşkusuz. Fakat, herhangi bir bakım ürünü cildinizi nemlendirmeye yetmeyebilir. Doğru nemlendirilmemiş bir ciltte daha sonra egzama gibi cilt hastalıkları meydana gelebilir. Bu yüzden cilt tipinize uygun nemlendirici kullanmanız önemli. Nemlendiriciyi ihtiyaç oldukça gün içinde uygulamaya devam edin. Yüzünüzü, vücudunuzu nemlendirirken dudak, dirsek, diz ve topuğu da unutmayın. Özellikle kışın spor yapanların diz ve dirsekleri çabuk tahriş olduğundan bu bölgeleri nemlendirmeye dikkat etmeleri gerekir.

4. Yanlış temizleyici kullanmak

Cildinizi temiz tutmanız elbette önemli fakat temizlemek için kullandığınız ürünlerin sabun içermemesine ve nemlendirici özelliğinin olmasına dikkat edin. Kullandığınız tonik, makyaj temizleyicisi gibi kozmetik ürünlerin yüzünüzün nem dengesini bozmayacak ürünler olduğundan emin olun. Cildinizi temizlerken sıcak su kullanmamaya ve yumuşak dokunuşlarla kurulamaya özen gösterin.

5. Doğru giyinmemek

Kış aylarında dışarıda bulunduğunuz zamanlarda mümkün olduğunca korunaklı giyinmeniz cildinizi soğuk havanın kurutucu etkisinden korur. Bu yüzden kışın şapka, eldiven, atkı kullanmak oldukça önemli.

6. Kuru havaya maruz kalmak

Soğuk havayla birlikte evlerde, iş yerlerinde kullanılan ısıtma sistemleri cildin kurumasına yol açabilir. Bu yüzden en çok bulunduğunuz ortamı ara sıra havalandırmayı alışkanlık edinin. Bununla birlikte kaloriferlerin üzerine su dolu bir kap koyarak ya da bir nemlendirici makineden faydalanarak cildinize dost bir ortam yaratabilirsiniz.

Laktoz İntoleransı Nedir, Nasıl Anlaşılır?

Laktoz İntoleransı Nedir, Nasıl Anlaşılır?

Doğada yüksek oranda sütte bulunan ve süt şekeri olarak bilinen laktoz, bir enerji kaynağıdır. Laktoz, vücudun kalsiyum ve fosfordan daha iyi yararlanmasını sağlayan bir bileşendir. Bu yüzden kemik ve diş oluşumunda da önemlidir.

Fakat bazı bünyelerde laktoz sindirilemez ve bu da bazı rahatsızlıklara sebep olur. Laktoz intoleransı olarak adlandırılan bu sorun, her on kişiden birinde yaygın olarak görülür.1 Hayati bir sorun olmamakla birlikte yaşam kalitesine olumsuz etki edebilir. Yaş ilerledikçe laktoz intoleransı daha sık görülür.

Neden olur?

Laktoz intoleransı, vücutta ince barsak hücrelerinin doğal olarak ürettiği laktaz enziminin yeterince olmaması durumunda meydana gelir ve bu durumda süt ve bazı süt ürünleri tüketildikten 30 dakika- 2 saat sonra bazı rahatsızlıklar hissedilir.

Laktoz intoleransının belirtileri nelerdir?

  • Bulantı
  • Karında kramp şeklinde ağrılar
  • Şişkinlik
  • Gaz
  • İshal
Tanı için kullanılan testler;

Laktoz intolerans testi

İçinde yoğun laktoz içeren bir sıvı içirilir. 2 saat sonra kandaki glukoz (şeker) miktarı ölçülür. Kandaki glukoz miktarı düşükse, bu laktozun sindirilemediği anlamına gelir. Fakat pratikte çok sık uygulanmayan bir testtir.

Hidrojen nefes testi

İçinde yoğun laktoz bulunan sıvı içirilir. Sindirilmemiş laktaz, kolondaki bakteriler tarafından hidrojen gibi bazı gazların oluşumuna neden olur ve solukla dışarı verilir. Bu testle nefeste hidrojen gazı ölçülerek laktoz intoleransı tespit edilir. Bu test teknik olarak zorlayıcı olacağından bebeklere uygulanması önerilmez.

Tedavisi

Laktoz intoleransı tanısı koyulduğunda laktoz içeren süt ve süt ürünlerinin diyetten çıkarılması önerilir. Fakat bunu yaparken günlük kalsiyum ihtiyacının karşılanması ihmal edilmemelidir. Çünkü kalsiyum, büyüme ve kemik sağlığı için gereklidir. Kalsiyum, sadece süt ve süt ürünlerinden değil yeşil sebze ve balıklardan da alınabilir.

Bazı süt ürünlerinde laktoz oranı çok düşüktür ya da yoktur. Örneğin yoğurttaki bakteriler içindeki laktozu parçaladıkları için laktoz intoleransı olanlarca tüketilebilirler.