Daha Güçlü Bağışıklık Sistemi İçin

Sağlıklı yemek seçimleri ve dengeli beslenmek, bağışıklık sisteminiz için yapabileceğiniz en iyi yatırımdır.

Sağlıklı Pişirme İçin Püf Noktalar

Yemek yaparken kullandığınız malzemeler kadar pişirme biçiminiz de besinlerden alacağınız faydaya ve lezzete etki eder.

Şekerin Gizli İsimleri

Enerji değeri olmasına rağmen, şekerin besleyici bir özelliği yoktur.

Ferritin Nedir?

Ferritin eksikliği vücutta demir mineralinin depolanmasını sağlayan ferritin proteininin eksikliğidir. Demir eksikliği olduğunda görülür.

Ferritin Nedir?

Ferritin, demir mineralinin depolanmasını sağlayan ve demirin gerektiğinde vücuda salınımını yapan bir proteindir. Vücutta demir eksikliğinin olup olmadığına ferritin değerlerine bakılarak karar verilir. Ferritin eksikliği görülüyorsa demir eksikliği vardır demektir. Demir eksikliği de halk dilinde kansızlık olarak bilinir. Bazı nedenlerden dolayı ferritinin düzeyi azalır ya da artabilir. Kan testleriyle bunu anlamak mümkündür.

Ferritin Eksikliği Nedenleri Nelerdir?

  • Aşırı adet kanaması
  • Demir eksikliği
  • Aşırı sigara kullanımı
  • Kan kaybı
  • Kronik hastalıklar
  • Demir minerali içeren besinlerin tüketilmemesi
  • Demir emiliminde ya da depolanmasında oluşan bozukluklar
  • Yetersiz beslenme
  • Sindirim sistemi hastalıkları
  • Çölyak hastalığı
  • Alkol kullanımı
  • Aşırı çay ve kahve tüketimi
  • C vitamini eksikliği

Ferritin Eksikliği Belirtileri Nelerdir?

  • Düşük enerji
  • Saç dökülmesi
  • Baş dönmesi
  • Kronik baş ağrıları
  • Bacak ağrıları
  • Anksiyete ve depresyon gibi psikiyatrik sorunlar
  • Kulak çınlaması
  • Cilt rengindeki solma
  • Nedeni bilinmeyen zayıflık
  • Çabuk yorulma
  • Agresiflik hali
  • Tırnaklarda hassasiyet ve kırılma
  • Nedeni bilinmeyen yorgunluk
  • Nefes darlığı
  • Cilt kuruluğu

Ferritin eksikliğinin belirtilerindendir. Bu belirtiler gözlemlendiğinde bir uzmana danışılmalıdır.

Ferritin Eksikliği Tedavisi Nasıldır?

Kan testi sonucunda ferritin değerlerinin altında olduğu tespit edildiğinde ferritin eksikliği tanısı konulur. Belirtiler can sıkıcı olabilir ve normal değerlerine gelmesi için tedavi uygulanabilir. Demir hapları, kan yapıcı şuruplar ve vitamin takviyeleriyle ferritin eksikliği giderilebilir. Bazen sadece vitamin almak yeterli olmaz bu durumda da hastanın beslenmesine de dikkat etmesi kan yapıcı besinler, demir minerali içeren gıdalar tüketmesi önerilir. Hastanın eğer kan kaybetmesine neden olan bir hastalığı ya da kanaması varsa bunlarında tedavisiyle ferritin değerlerinin normal seviyesine gelmesi beklenir. Ferritin eksikliği çok ilerlediği zaman ise hastaya kan nakli yapılması düşünülebilir.

Ferritin Eksikliğinin Giderilmesi ve Önlenmesi İçin Ne Yapılmalıdır?

  • Demir yapıcı besinler tüketilmeli, özellikle kırmızı et tüketimi artırılmalıdır.
  • Yemeklerin hemen ardından çay, kahve tüketilmemelidir. Yemeklerden en az iki saat sonra tüketilmesinde sakınca yoktur.
  • Ağır ve doktor kontrolü olmadan diyet uygulanmamalıdır.
  • Vegan veya vejetaryen beslenme şekli uygulanıyorsa besin takviyeleri mutlaka alınmalıdır.
  • C vitamini içeren besinler tüketilmelidir.
  • Aşırı adet kanaması tedavi edilmelidir.
  • Sigara ve alkol kullanılmamalıdır.

B12 Vitamini Nedir? Eksikliğinde Neler Olur?

B12 Eksikliği Belirtileri?

B12 eksikliği belirtileri, B12 vitamininin vücutta olması gereken değerden az olduğu durumların sonucu olarak ortaya çıkan belirtilerdir.

Beden ve sinir sisteminin sağlığı için oldukça önem taşıyan B12 vitamini eksik olduğu zaman birçok problem oluşturabilmektedir. B12 vitamininin eksikliğinin kimi zaman hastalıkların belirtisi olabildiği de bilinmelidir.

B12 Vitamini Nedir?

B12 diğer adıyla kobalamin olarak bilinen vitamindir. Vücudun kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar) üretilmesinde büyük önem taşıyan bir vitamindir. Vücudun bütün olarak sağlığının korunmasında oldukça önemlidir. Ancak B12 vitamini yalnızca dışarıdan besinler yoluyla alınabilmektedir. Vücudun kendisinin üretebildiği bir vitamin değildir. Bu yüzden bireylerin beslenmelerine çok dikkat etmeleri, sağlıklı dengeli ve düzenli beslenmeye özen göstermeleri gerekmektedir. Yeteri kadar alınamadığında B12 eksikliği belirtileri gözlemlenir.

B12 Eksikliği Belirtileri Nelerdir?

  • Unutkanlık başlıca B12 eksikliği belirtilerindendir
  • İkinci olarak saç dökülmesi durumunda bireylerin aklına ilk olarak B12 eksikliği gelmektedir. 
  • Yorgunluk
  • Halsizlik
  • Güçsüzlük
  • Ruh halindeki bozukluklar özellikle depresyon ve aşırı sinirlilik hali
  • Dikkat eksikliği, odaklanmakta güçlük
  • Üşüme
  • Kalp çarpıntısı
  • Uzuvlarda uyuşmalar
  • Pürüzsüz dil (dil üzerindeki noktacıkların yok olmaya başlaması)
  • Ağız yaraları (aftlar)
  • Cilt kuruluğu ve cansız bir cilt
  • Kilo kayıpları

B12 Eksikliği Nedenleri Nelerdir?

  • Vegan veya vejeteryan diyet uygulanması
  • B12 vitamini yönünden zengin besinlerin tüketilmemesi
  • Yeme bozuklukları (anoreksiya nevroza, blumia nevroza)
  • Yanlış diyetlerin sürekli uygulanması
  • Kullanılan bazı ilaçlar
  • İlerleyen yaş
  • Mide küçültme ameliyatları
  • Besin alerjilerinden dolayı B12 açısından zengin besinlerin tüketilememesi
  • Mide ve bağırsak problemleri, hastalıkları
  • Hamilelik

B12 Eksikliği Belirtileri Tedavisi Nasıldır?

B12 eksikliği belirtilerini gözlemleyen birey uzmana başvurduğunda uzman tarafından istenen kan testleriyle B12 eksikliği tanısı konulması mümkündür. Kan testi sonucunda B12 vitamin oranı referans değerlerinin altında olmasıyla B12 eksikliği olduğu gözlemlenir. B12 eksikliği belirtilerinin nedenleri araştırılmalı ve bu doğrultuda bir tedavi uygulanmalıdır. B12 vitamini içeren besinlerin tüketimiyle B12 eksikliği giderilemiyorsa B12 vitamin ilaçları ya da B12 vitamin iğneleri uzman tarafından önerilmektedir. Belirlenen dozda alındığında B12 vitamini normal değerlerine gelebilmektedir. Ve bu sayede B12 eksikliği belirtileri tedavi edilmiş olur.

Beyni Genç Tutmanın 4 Ana Yolu

 

Beyne sağlıklı ve iyi oksijen götürmek

Açık havaya ihtiyacımız var ve açık havaya çıkarak günde iki kez 10’ar defa derin nefes alma egzersizi yapmanızı istiyorum. Bunu şöyle yapacağız. Burnumuzdan dörde kadar sayarak havayı çekeceğiz ve ağzımızdan dörde kadar sayarak da dışarı vereceğiz.   Derin bir nefes vererek 10 kere tekrarlayacağız Günde ikişer step yani bir sabah bir akşam bunu açık havaya çıkarak yapabilirsiniz.

İkinci yol ise oksijen almanın iyi bir spor egzersizi

Aerobik egzersiz tercihimiz.

Açık havada hızlı tempolu yürüyüşler derin nefes egzersizi ile birlikte birleştiğinde beyniniz için inanılmaz bir ilaç haline geliyor.  “Ben yürüyüşü seviyorum” diyorsanız bisiklet sürmek de aynı etkiyi sağlayabiliyor. Beyninizi gençleştirmek hafızanızı güçlendirmek için bir diğer egzersizimiz masa tenisi. Masa tenisi yapmak beyin hafızası için inanılmaz bir tedavi şekli. Neden mi? Çünkü masa tenisi sırasında her bir topun geldiğinde hangi hareketi yapacağınız refleksleriniz bir sonraki etabı düşünmek için muhakemeniz birçok beynin hemen her yeri hakikaten o sırada çalıştırılıyor ve kullanılıyor. Masa tenisi vazgeçilmeniz olmalı. Masa tenisi oynamayı çok fazla sevmiyorsanız bunun yanında normal tenis de oynayabilirsiniz.

Beynimizi genç ve zinde tutmanın üçüncü yolu ise doğru beslenmek

Doğru beslenmek derken mümkün olduğunca organik gıdalarla beslenmenizi istiyoruz. Marketlere gidip raflardaki işlenmiş paketlenmiş gıdalardan uzak durmanız gerekiyor. Yine su içmek… Bakın beynin yüzde yetmişi sudan oluştuğunu her zaman söylüyorum ve su içmenin çok önemini vurguluyorum. Ve ne kadar su içelim? Eğer 60 kiloysanız kilo başı 30 ile çarpacaksınız ve 1800 miligram yani bir buçukla 2 litre arasında su içmeniz gerekiyor. Kilo başı 30 mililitre su içeceksiniz. Suyu da sabah içtim öğlene kadar bitirdim değil gün boyunca tüketmeniz lazım. Tercihen sabahları daha yüksek miktarda, akşam yatmaya yakın bir saatte 21:00’dan sonrasında daha düşük miktarda tüketmenizi öneriyoruz. Çünkü gece yatmaya yakın su içerseniz çok fazla gece sizi tuvalete kaldıracak. Tuvalete kalmanızı mümkün olduğunca istemiyoruz. O yüzden gün içinde su tüketiminizi fazla tutun akşamı biraz daha azaltabilirsiniz.

Kafein tüketimi

Çok fazla kahve nescafe ve çay tüketiyoruz. Günde 300 miligram kadar bunun sağlıklı olduğunu söyleyebilirim beyin için ama 300 miligram dan sonrası beyni zararlı bir şekilde fazla çalıştırıyor, aşırı çalıştırıyor ve beyne iyilik yerine tersine zarar veriyor. 300 miligram ne demek? 1 bardak Türk kahvesi yaklaşık 100-150 miligram kafein içeriyor. 1 bardak çay 50 miligram,  1 bardak nescafe ise 100 miligram kafein içeriyor. Demek ki günde altı bardak çay hakkınız veya iki bardak Türk kahvesi hakkınız veya 3 bardakta nescafe hakkınız var.

Beyni zinde ve genç tutmanın bir diğer yolu beyni dinlendirmek

Zaman zaman sakinleştirerek beyni resetlemeli sıfırlamalısınız. Bunu nasıl yapacaksınız? Bir kere kaliteli uyumanız lazım. Gece 11'le 7 arasında (sabah 7 arasında) uykuda olmanızı istiyorum. Vücudu gençleştiren beyni gençleştiren ve hastalıklardan koruyan bütün maddeler ve hormonlar uykuda salınır genellikle ve bu salınım saati de gece 11 ile saban 4 arasıdır.  Demek ki bu saatte uykuda kalmak sağlığımız için olmazsa olmazımız. Uykumuzun kalitesi önemli. Gece tuvalete kalkmadığınız bir uyku kalitesi lazım yani gece tuvalete kalkıyorsanız bu sağlıksızlık belirtisidir. En ufak sese uyanıyorsanız bu sağlıksızlık belirtisidir. Her gece defalarca rüya görüyorsunuz ve bu rüyalarınızı hatırlıyorsanız bu da bir sağlıksızlık belirtisidir. Kaliteli uyku çok önemli.

Beyni resetlemenin yollarından bir diğeri de meditasyon yapmak, dua etmek yoga yapmak gibi sakinleştirici ve gevşetici birtakım egzersizlere başvurmaktır Bu sizin stres yönetiminizi sağlayarak stres hormonu kortizolün artmasını engeller. Stres hormonu kontrolde olduğunda beynimiz inanılmaz aktif bir şekilde çalışacaktır.  

Beyni Zinde tutmanın ve hafızayı güçlendirmenin dördüncü ve son yolu ise onu sürekli şaşırtmak

Nasılsa şaşıracağınız mesela yeni bir dil öğrenmeye çalışın ya da yeni bir dans kursuna yazılın. Daha çok hareketli danslar. Tango gibi böyle hareketli yeni hareketleri öğreneceğiniz dansları tercih etmenizi öneriyorum. Bir diğeri işe giderken yada alışverişe giderken her gün kullandığınız yolu değiştirin ve farklı bir yol deneyin. Beyninizi şaşırtın ya da kitap okuyun. Sürekli olarak kitap okumak beyinde hafıza bölgesinin müthiş derecede maksimize eder ve çok aktif bir şekilde çalıştırırım. Puzzle, bulmaca çözün. Arkadaşlarınıza sosyalleşin. Beyni aktif tutmanın en iyi yollarından biri de yüksek kahkaha atarak gülmektir. Arkadaşlarınıza sosyalleşmek sevdiklerinizle bir arada olmak hafıza bölgenizi güçlendiren en güçlü silahtır.

 

İltihaplanma Nedir?


Vücut dışarıdan aldığı zararlı maddeler karşısında yediğiniz yanlış besinler hani ‘çöp besinler’ deriz ya yanlış ve vücut için zararlı besinler, işlenmiş gıdalar, alerjen içeren gıdalarla birlikte zehirleniyor. Ya da

hepsini bir tarafa bırakın evinizde oturduğunuzda temizlik yapmazsanız her tarafı toz kaplar. İşte yemeklerden aldığınız yada dışarıdan aldığınız soluduğunuz havada bile bir sürü toz var. Vücuda her gün farklı farklı zararlı maddeler giriyor Eğer vücut bu zararlı maddeleri atma kapasitesini çok iyi yapamazsa o zaman da uzun vadede dokulara zarar vermeye ve dokulara savaş açmaya başlıyor kendi hücrelerimiz. Buna da biz ‘iltihaplanma’ yani inflamasyon diyoruz.

Aslında bütün hastalıkların özünde iltihaplanma var. Tansiyonunuz varsa iltihaplanmanız var demektir. Şeker hastalığınız varsa iltihaplanmanız var demektir. Alzheimer, migren bile iltihaplanmadan geçiyor ya da bir kalp krizi geçirmeniz, obeziteniz, göbek etrafınızdaki şişmeniz yani genişlemeniz karın şişkinliğiniz, kilo almanız bile aslında zeminde bir iltihaplanmanın olduğunu bize gösteriyor. Şimdi demek ki aslında bizim sağlıklı beslenme dediğimizde iltihaplanmaya karşı bir beslenme düzeni oluşturmamız gerekiyor. 

  

VÜCUDUNUZDA İLTİHAPLANMA OLDUĞUNU NASIL ANLAYABİLİRSİNİZ?

Size özellikle acaba benim vücudumda iltihaplanma var mı sorusunu kendinize sorabileceğiniz ipuçları vermek istiyorum. Bunun için 14 tane sorumuz var. O 14 tane soruyu kendinize sorun. Eğer bu sorulardan 5 tanesinden fazlasına ‘evet’ yanıtı veriyorsanız sizin vücudunuza iltihaplanma var demektir.

Sinir sistemini çok tutar iltihaplanma. 

Sinir sistemi ile ilgili;

  • Unutkanlık probleminiz var mı?
  • Konsantre olmakta odaklanmakta sorun çekiyor musunuz? 
  • Sebepsiz açıklayamadığınız bir şekilde depresyon yada anksiyete yakınmalarınız var mı?

İkinci en sık iltihaplanma olan yer

Sindirim Sitemi 

En sık burada görüyoruz.  Genelde çoğu hastaya iltihaplanma için sorulan ilk soru sindirim sitemi soruları oluyor.

  • Yemeklerden sonra hazımsızlık, geğirme, gaz, şişkinlik gibi şikayetler yaşıyor musunuz?
  • Kabızlık, ishal ataklardan sık sık şikayet ediyor musunuz?

Detoks Sistemi

Ne demek detoks sistemi? Karaciğer, böbrek ve lenf bezi yani vücuttaki toksinleri atan bölgeler bunlar. Nasıl sorgulayacağız?

  • Karın çevreniz kalça çevrenizden geniş mi?

Eğer sizin karın çevreniz bir metreyi alın karın çevrenizi ölçün sonra kalça çevrenizi ölçün. Eğer sizin karın çevreniz kalça çevresinden daha genişse siz muhtemelen toksinlerle içiçe yaşıyorsun ve detoks sistemimiz bunu atamıyor demektir.

  • Kilonuz gün içinde değişiyor mu?

İkinci soruya ben sabah kalkıyorum 60 kiloyum akşama kadar akşam ölçtüğümde bakıyorum 63 kilo olmuşum yani gün içinde sabah akşam arasında kilo farkınız oluyorsa bu gene ödemenizin olduğu toksin sisteminizin iyi çalışmadığını gösterir.

  • Pankreas ve Karaciğer Sistemi
  • İnsülin direnciniz var mı? 
  • Sık sık açlık atakları yaşıyor musunuz? 
  • Sık sık yeme ihtiyacı duyuyor musunuz?
  • Aç olmasanız bile karbonhidrat ve şeker tüketme ihtiyacı duyuyor musunuz?
  • Sık sık tatlı yeme ihtiyacı duyuyor musunuz?

Bir diğer bölge ön planda şeker dengesini sağlayan pankreas ve karaciğer bölgesi. İnsülin direnciniz olabilir. İnsülin direnci neden olur? Çok fazla karbonhidrat tüketiyorsanız vücudun bunu enerjiye çevirmek için kullandığı insülin maddesi artık bir süre sonra yorulur ve duyarsızlaşır. O da sizde insülin direncine yol açar sık sık açlık atakları sık sık tatlı yeme ihtiyacı aç olmasanız bile bir şekilde karbonhidrat şeker içeren besinleri tüketme ihtiyacınız olabilir.

İltihabi reaksiyonun olduğu bir diğer şey;

Endokrin Sistem

Endokrin sistem yani hormonlarımızı kontrol eden sistem. Hormonlarınızı kontrol eden sistemde problem varsa da yaşayacağımız sorunlar

  • Canınız çok tuzlu atıştırmalık çekiyor mu?

Çok tuzlu atıştırmalık canınızın çekmesi. Tatlı yerine tuzlu atıştırmalıkları çok İsterseniz. Bu da hormon sistemimizin aslında toksin yüklü olduğunu bize düşündürür.

  • Cinsel isteğinizde azalma mevcut mu?

Cinsel isteğinizde çok ciddi azalma vardır. Kendimizi mümkün olduğunca hormonal dengesizlikler vücudunuz hep ödem içindedir bir türlü ödeminizi atamazsınız. İşte bu da yine hormonal sistemin toksinlerle yüklü olduğunu zararlı maddelerle yüklü olduğunu iltihaplanmanın başladığını gösteren problem. 

Kas ve İskelet Sistemi

  • Tüm vücudunuzda ağrı hissediyor musunuz?

Kas ve iskelet sisteminiz tutulmuş olabilir. Bütün vücudunun ağrıyabilir. Siz bunu fibromiyalji olarak kendinizde yaşıyor olabilirsiniz yada bağışıklık sisteminiz tutulmuşsa zaten artık yavaş yavaş hastalıklara doğru gidiyorsunuz demektir.

 Dünyada da şu anda kronik hastalıklar inanmaz artmış durumda. Yüzde 40 toplumda Kronik bir hastalık var tansiyon gibi şeker gibi kolesterol yüksekliği gibi Alzheimer gibi multipl skleroz gibi farklı farklı hastalıklarımız var. İşte bunların en büyük zemindeki sebebi inflamasyon. Bizi mutlaka inflamasyona karşı bir önlem almamız gerekiyor. Bunun da başında doğru beslenme geliyor.

 

 

Romatizmal Hastalığı Olan Kişiler Nasıl Beslenmeli?

Romatizmal Hastalığı Olan Kişiler Nasıl Beslenmeli?

Beslenme ve sağlık üzerine yapılan araştırmalar çoğu insanın sebze, meyve, kepekli tahıllar ve baklagiller de dahil olmak üzere bitkilerden elde edilen çeşitli bitki bazlı gıdalardan zengin bir diyet yiyerek sağlıklarını koruyup, geliştirebileceklerini göstermektedir. Yiyecekler var olan hastalıkları tek başlarına tamamen iyileştiremezler veya halihazırda meydana gelen hasarı tersine çevirmez, ancak aktif iltihaplanmayı azaltabilir, semptomlarınızı iyileştirebilir ve gelecekteki hastalık riskini azaltabilir.

Pek çok araştırma ile ortaya koyulmuştur ki, Akdeniz diyeti bir anti-inflamatuar diyet örneğidir. Büyük miktarlarda kalori açısından yoğun işlenmiş gıdalar, doymuş yağ ve ilave şeker içeren Standart Amerikan Diyeti (veya SAD diyeti) proinflamatuardır ve artmış kardiyovasküler hastalık ve ölüm riski ile ilişkilidir.

İki farklı randomize kontrollü çalışmada (benzer özelliklere sahip kişilerle yapılan çalışma), Akdeniz diyetinin romatoid artritli (RA) kişilerde eklem iltihabını azaltıp azaltmadığını incelemiştir. İlk çalışma, Akdeniz diyetini tüketen grubun, diyette 12 hafta sonra RA hastalığı aktivitesinde (azalmış eklem iltihabı) önemli bir iyileşme olduğunu bulmuştur.

Romatoid Artrit hastaları için 6 haftalık Akdeniz tipi bir diyeti test eden başka bir çalışma, Akdeniz diyeti yiyen grubun 6 ay sonra daha az ağrı ve sabah tutukluğu yaşadığını bulmuş ve bu da bu durumun uzun süreli bir fayda sağladığını düşündürmüştür.

Tabağınızın en az yarısını, tüm renk yelpazesinden bol miktarda nişastalı olmayan sebze ve meyvelerle kaplayın.

  • Sebze ve meyveler yüksek konsantrasyonlarda polifenoller (antioksidanlar), karotenoidler (antioksidanlar) ve lif içerir.
  • Besleyiciliği yüksek sebzelere örnekler: Hafif pişmiş koyu yapraklı yeşillikler (ıspanak, karalahana, lahana ve pazı), turpgillerden sebzeler (brokoli, lahana, brüksel lahanası, lahana ve karnabahar), havuç, pancar, soğan, bezelye, kabaklar, deniz sebzeleri ve yıkanmış çiğ salata yeşillikleri.
  • Besleyiciliği yüksek meyvelere örnekler: Ahududu, yaban mersini, çilek, şeftali, nektarin, portakal, pembe greyfurt, erik, nar, böğürtlen, kiraz, elma ve armut. Bunlar, daha yüksek glisemik yük taşıyan tropikal meyvelerden daha iyidir.


Yüksek glisemik indeksli (kan şekerini yükselten) gıdalar yerine düşük glisemik indeksli karbonhidratları; rafine tahıllar yerine tam tahılları seçin.

  • Yüksek glisemik karbonhidratlar yerine düşük glisemik karbonhidratlar yemek, vücudunuza enerji ve kan şekeri seviyelerinde daha küçük artışlar sağlar.
  • Kahverengi pirinç, basmati pirinci, yabani pirinç, arpa, kinoa ve çelik kesilmiş yulaf gibi tam tahılları (bozulmamış veya birkaç büyük parça halindeki tahıllar) yiyin.
  • Undan yapılan ürünlerdeki karbonhidratları sınırlayın.

Tekli doymamış ve/veya omega-3 çoklu doymamış yağ asitleri açısından zengin sağlıklı yağlar yiyin.

  • Yaygın olarak "omega-3'ler" olarak adlandırılan Omega-3 yağ asitleri, bir dizi anti-inflamatuar özelliğe sahiptir. İnsanlar vücutta omega-3 yağ asitleri üretemezler, bu nedenle diyetten gelmeleri gerekir. Yağlı balıklar (örneğin, sardalye, somon, ringa balığı ve siyah morina), tohumlar (kenevir, chia, keten tohumu yağı ve taze çekilmiş keten tohumu dahil) ve fındık (özellikle ceviz) önemli omega-3 yağ asitleri kaynaklarıdır.
  • Yemek pişirme, yemek hazırlama ve salata soslarında sızma zeytinyağı (tekli doymamış yağ asitleri ve polifenoller bakımından yüksek) kullanın.
  • Diğer sağlıklı yağ kaynakları arasında avokado, omega-3 ile zenginleştirilmiş yumurtalar ve tam soya gıdaları (tofu, tempeh, edamame) bulunur.


Bitki bazlı proteini seçin ve kırmızı eti sınırlayın.

  • Çoğunlukla vejetaryen bir diyet yiyen insanlar daha uzun yaşar ve vejetaryen diyetler, romatoid artrit gibi çeşitli inflamatuar durumlarda daha az semptomla ilişkilendirilmiştir.
  • Vejetaryen protein örnekleri arasında fasulye, baklagiller, fındık ve bütün soya gıdaları (tofu, tempeh, edamame) bulunur.
  • Balık aynı zamanda sağlıklı bir protein ve sağlıklı yağ kaynağıdır.

Yemeğinizi iltihap önleyici baharatlarla tatlandırın. 

  • Zerdeçal köksapı (anaç), anti-inflamatuar özelliklere sahip parlak sarı bir kimyasal olan kurkumin içerir.
  • Zencefil kökünün ise, anti-inflamatuar ve anti-oksidatif etkileri bulunmaktadır. Geleneksel olarak astım ve artrit dahil olmak üzere birçok kronik rahatsızlığın tedavisi için bitkisel bir takviye olarak kullanılmıştır.

Sınırlanması ve kaçınılması gereken yiyecekler

  • İçerik olarak hidrojene veya kısmen hidrojene yağlar (trans yağ) içeren yiyeceklerden kaçının.
  • İşlenmiş un, ilave şeker, yüksek fruktozlu mısır şurubu içeren yiyecekler ve yüksek fruktozlu meyve sularından kaçının.
  • Kırmızı etten kaçının veya en aza indirin. Tüm işlenmiş etlerden kaçının.
  • Mısır, aspir ve ayçiçek yağları gibi sağlıksız yağlardan kaçının.


D vitamini

Lupus ve diğer otoimmün hastalıkları olan birçok kişinin D vitamini seviyeleri düşüktür. Lupus tedavisinde kullanılan ilaçlar düşük D vitamini ve kemik sorunlarına neden olabilir, bu nedenle yüksek D vitamini içeren yiyecekler yemeye veya doktorunuz tarafından öneriliyorsa takviye almaya odaklanmanız için başka bir nedendir. D vitamini açısından doğal olarak zengin olan yiyecekler arasında somon (ve diğer birçok balık), yumurta ve mantar bulunur.

İşlenmiş gıdalardan kaçının

Anti-inflamatuar ve Akdeniz diyetleri, işlenmemiş tüm gıdaları yemeyi ve aşırı işlenmiş gıdalardan kaçınmayı önerir. Ama bu ne anlama geliyor? Bütün, işlenmemiş gıdalar, doğal hallerine mümkün olduğunca yakın gıdalardır. Tipik olarak bir gıda ne kadar çok işlenirse, o kadar az besleyicidir. Özellikle, aşırı işlenmiş gıdalar birden fazla olumsuz sağlık sonucuyla ilişkilendirilmiştir. Taze meyve ve sebzeler, fasulye, kabuklu yemişler ve deniz ürünleri, işlenmemiş bütün gıdalara örnektir. Minimum düzeyde işlenmiş gıdaları, uygun zaman, beceri ve ekipman sağlandığında kendi mutfağınızda yapabileceğiniz gıdalar olarak düşünün. Paketlenmiş yiyecekleri yemeyi seçerseniz, etikete bakın ve ilave şekerden kaçının.

Kolajen İçeren Besinler Nelerdir?

Kolajen İçeren Besinler Nelerdir?

Işıl ışıl canlı bir cilt, sağlıklı uzayan saçlar, kolay kırılmayan tırnaklar, esnek ve güçlü kaslar... Kulağa hoş geliyor değil mi? Ancak çoğu kişi özellikle yaşın ilerlemesiyle birlikte canlı bir cilde, parlayan saçlara sahip olmayı imkânsız olarak görüyor. Çünkü cilt zamanla incelip sarkıyor, saçlar cansızlaşıp dökülüyor, kaslar gücünü kaybedip zayıflayabiliyor.

Oysa vücudumuzda tüm bunları önleyen ve daha genç bir görüntüye sahip olmamızı sağlayan bir protein mevcut; kolajen.

Kolajenin görevi nedir?

Kolajen, vücudumuzdaki bağ dokuyu yeniler ve güçlendir. Doku, organ ve diğer yapılara sağlamlık, esneklik, direnç kazandırır. Özellikle cilt/deri, saç, tırnak, kas, kemik ve kıkırdak gibi dokularda bulunur. Bu nedenle kolajenin azalmasına bağlı olarak bu dokular olumsuz etkilenir.

Vücudumuzdaki kolajen miktarının azalmasının nedenleri nelerdir?

Zaman geçtikçe, özellikle 25’li yaşlardan sonra, vücudumuzdaki kolajen azalmaya başlar ve yaşlanma belirtileri ortaya çıkar. Aynı zamanda kötü beslenmek, sigara içmek, stres, menopoz, güneşe fazla maruz kalmak, toksinler ve çevre kirliliği gibi etkenler kolajen kaybını hızlandırır. Kolajen kaybını önlemek ve üretimini desteklemek için kolajen üretimine destek veren besinleri bilmemizde ve günlük beslenme rutinimize eklememizde fayda var.

Kolajen içeren besinler nelerdir?

Kolajen üretimini en fazla destekleyen besin, kemikli etlerdir. Kemiklerin içerisinde bulunan ilik kolajen üretimine fayda sağlayan aminoasitleri içerir. Bu nedenle ilikli kemik suyunu yemeklerinizde kullanabilirsiniz.
  • İlikli kemik suyu
  • Sığır eti
  • Tavuk eti
  • Hindi eti
  • Balık
  • Yumurta beyazı kolajen üretimini destekleyici aminoasitleri içerir.
Kırmızı renkli meyve ve sebzelerde içerdikleri güçlü antioksidanlar sayesinde kolajen üretimini destekler.
  • Ahududu
  • Böğürtlen
  • Yaban mersini
  • Kızılcık
  • Çilek
  • Kiraz
  • Elma
  • Pancar
  • Kırmızı kapya biber
  • Domates bu besinlere örnek gösterilebilir.
Sülfür/kükürt içeren besinler, kolajen üretimine yardımcı olmaktadır.
  • Brokoli
  • Lahana
  • Soğan
  • Sarımsak
  • Karnabahar
  • Pırasa
  • Brüksel lahanası bu besinlere örnek gösterilebilir.
Ayrıca, kolajenin üretilmesi ve daha iyi emilebilmesi için C vitaminine ihtiyaç vardır. Bu noktada C vitamini içeren meyve ve sebzeler fayda sağlayabilir. Özellikle;
  • Kapya biber
  • Maydanoz
  • Limon
  • Kivi
  • Portakal
  • Greyfurt
  • Mandalina zengin C vitamini kaynaklarıdır.

Her Soğuk Algınlığı Grip Midir?

Her Soğuk Algınlığı Grip Midir?

Yutkunma sırasında biraz boğazımız ağrımaya başlasa ve burnumuz aksa “aman grip oldum” diye etrafımıza adeta alarm veririz. Peki, her seferinde gerçekten de salgınlara neden olup yüzlerce insanın kaybına neden olan griple mi savaşıyoruz?

Soğuk Algınlığı Denilince!
  • Burun, boğaz, sinüsler ve üst hava yollarının enfeksiyonudur.
  • Havada asılı duran virüslerin solunması veya bu virüsleri taşıyan kişilerin kullanmış olduğu havlu, telefon gibi eşyaların ortak kullanılmasıyla bulaşır.
  • Altı yaşın altında olan çocuklar, sigara içenler, kronik hastalığı olanlar ve toplu ortamlarda bulunanlar daha fazla risk altındadır.
  • Virüsü taşıyanlar soğuk algınlığı bulguları başlamadan önce ve bulguları ortadan kalkana kadar bulaştırıcı olmaya devam ederler.
  • Hastalık sırasında bol su içmek, dinlenmek ve dengeli beslenmek gerekir.
Grip Denilince!
  • Soğuk algınlığına göre daha hızlı gelişir.
  • Bulguları soğuk algınlığına benzese de ateş 38-40 derecelere çıkabilir.
  • Kas ağrıları, terleme, aşırı yorgunluk, kuru öksürük ve bazen balgam olabilir.
  • Altmışbeş yaşın üzerinde olanlar, astım, böbrek ya da karaciğer hastalığı olanlar, şeker hastaları ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler gribe yakalandığında dikkatli olmalıdır.
  • Gribin ilerlemesi ile zatürre ve bronşit gelişebilir.
Nasıl tedavi olabilirim?

Soğuk algınlığı ve gribe virüsler neden olur. Antibiyotikler bakteriler üzerinde etkilidir, yani soğuk algınlığı ve gribe yol açan virüsler karşısında işe yaramazlar. Ancak virüs enfeksiyonunun üzerine bakteri bulaşması da olursa doktorunuz size antibiyotik verebilir.

Nasıl korunalım?

Öncelikle nezle olan kişi etrafındaki insanlara karşı duyarlı olmalı ve virüsleri etrafa bulaştırabileceğini bilmeli ve dikkatli davranmalı.

Virüsler en çok el ve solunum yoluyla vücuda girerler. Virüslerin vücuda giriş kapıları ağız, burun ve gözlerdir. Bu sebeple ellerini gün içerisinde sık sık yıkamalı, ağız, burun ve gözlerinle temas ettirmemelisin.

Çinko ve C vitamini gibi bazı vitamin ve mineraller bağışıklık sistemini güçlendirirler. Bu nedenle sağlıklı beslenmek hastalıklarla mücadelede önemlidir.

Çeşitli nedenlerden ötürü sağlıklı beslenemiyorsan vitamin ve mineral takviyesi alabilirsin.

Egzama ve Uygulanacak Bakım Yöntemleri

Egzama ve Uygulanacak Bakım Yöntemleri

Egzama toplumda en sık görülen hastalıklardan biridir ve derinin mikropsuz iltihabı (inflamasyon) ile seyreden bir deri hastalığıdır. Nedenleri ve tedavisi konusunda tıp dünyasında bir görüş birliği olduğu söylenemez ancak egzama pek çok farklı nedene karşı derinin verdiği bir tepki olarak düşünülebilir. Bunlar elle tutulabilir nedenler olabileceği gibi psikolojik nedenler de olabilir. Deterjanlar, sabunlar, giysiler, parfüm, makyaj malzemeleri ve metaller gibi günlük hayatta sıkça kullandığımız birçok madde cilde temas ederek kontakt dermatite neden olabilir. Bu maddeler bazen direkt olarak kendileri dermatite yani cilt iltihabına, bazen de allerjiye neden olarak iltihaba yol açar. Egzamayı tetikleyen nedenlerden biri de hava koşullarıdır. Havanın soğuk ve nem oranının düşük olması egzamayı alevlendirebilir. Atopik, alerjenlere yani allerji uyandırabilen maddelere karşı duyarlı demektir. Atopik egzama da allerijye yatkın kişilerde görülür. Atopik egzama türler arasında en sık görülenidir.

Atopik egzamada cilt kurudur, kaşıntılıdır, kızarık ve çatlamış görünmeye başlar. Bazılarında atopik egzama ciltte ufak adacıklar şeklinde olurken, diğerlerinde yaygın olarak kendini gösterebilir. Bu görüntü vücudun her yerinde olabilir ama en sık görülen atopik egzama bölgeler; dirseklerin iç tarafı, diz arkaları ve göz kapaklarıdır. Özellikle çocuklarda yüzde ve kafa derisinde olabilir. Bu döküntüler zaman içinde farklılıklar gösterir. Aralıklı olarak alevlenmeler görülebilir. Atopik egzama aile içinde birden fazla bireyde görülebilir ve bu ailelerde saman nezlesi ve astım da daha sık görülür. Atopik egzamanın tedavisinin en önemli kısımlarından biri etkenlerden uzak kalmaya çalışmaktır. Bu nedenle, atopik egzamanız varsa, bir günlük tutmanızda ve hayatınıza giren yeni maddeleri not etmenizde fayda var. Yeni kullanmaya başladığınız sabunları, deterjanları ve yiyecekleri not edip egzamayı azdırıp azdırmadığını belirlemeniz hayatınızı kolaylaştıracaktır. Stres de egzamanın tetikleyicilerindendir. Bunun dışında atopik egzamada rahatlatıcı tedbirleri almak gerekir.

Atopik egzamada nemlendirici tedavi çok önemlidir. Ciltteki kaşıntının en sık nedeni cildin kurumasıdır. Bu nedenle sağlıklı ciltte ve özellikle egzamada cildin nemli tutulması gereklidir. Farklı nemlendiriciler farklı oranlarda yağ içerirler. Yağ içeriği yüksek olan kremleri daha kuru ciltlerde kullanmak doğrudur. Parfüm içermeyen kremler alerjik ciltler için daha doğru seçeneklerdir. Satın almadan önce sizin için en doğru kremi seçmek önemlidir. Bu bazen denemeleri gerektirebilir. Bu nedenle bir krem satın almadan önce eczacınızdan deneme formlarını talep edebilir ve kendiniz için en doğru ve en iyi olan kremi seçebilirsiniz. En pahalı krem en iyi krem demek değildir. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Gün içinde en az iki kere nemlendirici sürmek ve ortaya çıkan lezyonları yumuşatmak gereklidir. Sabah ve gece yatmadan önce nemlendirici kullanmalısınız. Gece yatmadan önce bu kremleri sürmek gece uykusunun da daha kaliteli olmasını sağlayacaktır. Kaşıntının nemlendiricilerle önlenmesi lezyonların daha da kötüye gitmemesi açısından da önem taşır. Egzama alanlarının kaşınması cildin bütünlüğünün daha da bozulmasına yol açabilir. Bu çatlaklardan mikropların bulaşması bölgenin enfekte olmasına ve şikayetlerin artmasına neden olabilir. Bu nedenle egzama etrafında kızarıklığın genişlemesi, ağrının ve ısının artması, akıntının olması ve kokulu hale gelmesi mikrobik bir iltihabın belirtisi olabilir. Bu durumların gelişmesi halinde mutlaka doktorunuz ile görüşmelisiniz.

Yukarıda bahsettiklerim evde alabileceğiniz tedbirlerdir. Eğer bu tedbirlere rağmen rahatlama olmazsa ve lezyonlarınızda bir değişiklik fark ettiyseniz mutlaka doktorunuzla görüşmelisiniz.

Mevsim Dönümlerinde Hastalık Riskleri

Mevsim Dönümlerinde Hastalık Riskleri

İnsanoğlunun binlerce yıldır neslinin tükenmemesinin belki de en önemli nedeni zekasından önce vücudunun adaptasyon yeteneğidir. Henüz ısınmayı, serinlemeyi icat ettiği modern cihazlarla sağlayamadığı günlerde bile vücudunun sahip olduğu adaptasyon yeteneği ile hayatta kalabilmiştir. Bulunduğumuz coğrafyaya göre mevsim dönümleri yavaş veya hızlı geçişli olabilir. Bizler her ne kadar bu geçişlere adapte olabilsek de geçişler sırasında hastalıklara eğilimimiz artabilir. Çoğu hayatımızı tehdit etmeyen hastalıklar olsa da hayat kalitemizi düşürür ve bizi bir süre için işimizden alıkoyabilir. Bir yılın 365 gününü sağlıkla yaşamamıza engel olabilir.

Sonbahar dönemi özellikle soğuk algınlıkları ve grip için oldukça riskli bir dönemdir. Bunun altında yatan nedenin, soğuk havalarda vücudun savunma sisteminin yetersiz kalması olduğu düşünülse de bunu bilimsel olarak ikna edici düzeyde gösterebilmiş değiliz. Muhtemelen bu hastalıkların soğuk havalarda yaygın olmasının nedeni, daha fazla kapalı ortamda bulunmamız ve mikroplarımızı birbirimize aksırık, hapşırık ve temas yolu ile daha kolay bulaştırmamız. Bu nedenle bu dönemde kendimizi korumamız çok önemlidir. Bu riski azaltmak açısından elleri sık yıkamak gereklidir. Bunun yanı sıra solunum yolu enfeksiyonlarından ve gripten sorumlu virüsler vücudumuza ağız, burun ve kulak gibi boşluklardan girdiği için mümkün olduğu kadar ellerimizi yıkamadan yüzümüze ve ağzımıza vb yerlere sürmekten kaçınmak gereklidir. Bu dönemde akut bronşit dediğimiz solunum yollarının daha alt seviyelerdeki enfeksiyonu da daha sık görülür. Bu hastalıkta hem virüsler hem de bakteriler söz konusu olabilir. Kronik bronşiti olanlar, KOAH’ı olanlar, bebekler ve çocuklarda bu tip enfeksiyonların görülme ihtimali daha yüksektir. Sıklıkla grip benzeri belirtiler eşlik eder, bazı durumlarda ateş de ortaya çıkar. Ateşin olması hastaneye gidilmesi gerektiğinin bir işaretidir.

Mevsim dönümlerinde sıklaşmaya başlayan bir diğer grup hastalık da alerjilerdir. İster alerjik astım ister alerjik deri hastalıklarında olsun, alerjiye neden olan maddelerden uzak durmak önemlidir. Ayrıca cildimizin mevsim değişiminden ve özellikle soğuktan etkilendiği bu dönemde cilt bakımına özen göstermek önemlidir. Banyo sonrası cildi nemli tutmak ve özellikle dirsek, diz gibi bölgelerin bakımını yapmak sizin bu mevsim dönümünü daha rahat geçirmenizi sağlayabilir.

Yazın enerjisi sonbahara doğru değişirken dünyada adeta her şey solmaya ve enerjisini kaybetmeye başlar. Özellikle gün ışığı süresinin azalması ile beraber kişisel enerjide düşme ve depresyon eğilimi gelişebilir. Bir de hayattaki stres yüksek ise depresyon eğilimi artabilir. Bunun altında yatan neden “Melatonin dediğimiz hormonun karanlıkta daha fazla salınması mıdır?” sorusunun cevabını ancak bilimsel çalışmalar verecek fakat kendimize bir hobi bulmak ve beynimizi farklı yollarda çalıştırmak depresyondan korunmak için etkin bir yöntem olabilir.

Mevsim dönümlerinde risk altında olduğumuz hastalıkların pençesinden kurtulmak için beslenmeye özen göstermek gerekir. Gün içinde enerjimizi düşürmemek ve bağışıklık sistemimizi ayakta tutmak için sağlıklı beslenmeye dikkat edilmelidir. Kahvaltıda gün içinde enerjimizi ayakta tutacak yiyecek ve içecekleri tercih etmek önemlidir. Özellikle basit şeker içeren yiyecek ve içeceklerin kan şekerini hızla yükseltip hızla düşüreceğini bildiğimizden kahvaltıda kompleks karbohidrat içeren, protein oranı yüksek yiyecekleri tüketmek önem taşır. Suyu bol tüketmek de çok önemlidir. Gün içinde vücudumuzdaki su miktarını koruyarak kendimizi hastalıklara karşı daha dirençli hale getirebiliriz. Bağışıklık sistemini güçlü hale getiren vitaminleri yeteri kadar aldığınızdan emin olun. Grip aşısı olmamız gerekli ise bu girişimi atlamamak gerektiğini bir yere not edin.

Mevsim Dönümünde Bağışıklık Sisteminin Güçlendirilmesi

Mevsim Dönümünde Bağışıklık Sisteminin Güçlendirilmesi

Enfeksiyon hastalıklarının ilk aşaması mikroorganizmanın vücudumuza girmesidir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda mikrobun ve etkilerinin ortadan kaldırılması için bağışıklık sistemimiz aktive olur. Hastalığın ortaya çıkan belirtilerinden birkaçı da aslında bu savaşın neden olduğu durumlardır. Bağışıklık sistemimiz bu mikrobu aşılanma durumlarında olduğu gibi daha önceden tanıdıysa veya hafızasına kazıdıysa mikrop hastalığa neden olmadan ortadan kaldırılır. Bu daha sık olan bir durumdur çünkü gün içinde onlarca mikrop ile karşılaşırız ve pek çoğunu bağışıklık sistemimiz yok eder. Bağışıklık sistemimizin güçlü olması için alınması gereken önlemler sağlıklı hayat için her zaman söylediğimiz kurallardır.

Bunlardan birincisi sağlıklı beslenmedir. Çok karışık anlatmaya gerek yok. En basiti günde en az beş porsiyon meyve ve/veya sebze yemek, mümkün olduğu kadar farklı renklerde yiyecekler seçerek yemek masanızı oluşturmak en iyi seçimdir. Doğru beslenmediğimiz takdirde çinko, selenyum, demir, folik asit ve diğer A, B, C ve E vitaminlerinden az yararlanmak bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olabilir. C vitamini konusunda özellikle bugünlerde daha fazla duyulan bilgileri de güncellemekte fayda var. Bağışıklık sisteminin düzgün çalışması için C vitaminine ihtiyacınız var, fakat vücudumuzun kendisi maalesef C vitamini üretemiyor. Yani dışardan alınan C vitaminine ihtiyacı var. Gerekli olan miktarı sıklıkla yiyeceklerle alabiliyoruz. Bu nedenle sağlıklı besleniyor olmak çok önemli. 

Bu durumda kimler C vitamini açısından desteğe ihtiyaç duyar? Herkes C vitamini alarak grip gibi enfeksiyonlardan korur mu? Günde ne kadar C vitamini almak gerekli? Bunlar ve benzeri soruların cevapları bilimsel çalışmalarla verilmeye başlandı. Son yıllarda yapılan bir çalışmada C vitamini takviyesinin soğuk algınlığındaki etkileri araştırıldı. Toplamda 11.000’den fazla kişinin verisinin yer aldığı ve 29 çalışmanın verilerinin bir araya getirilerek yapıldığı analizde; C vitamini takviyesinin, kısa süreli yüksek enerjili egzersiz yapanlar için yararlı olabileceği belirtildi. Genel toplumda bu oran tespit edilmedi. Ama ilgi çekici bir bulgu daha vardı. Genel toplumda ise günde 200 mg’dan fazla düzenli C vitamini takviyesi alanlarda soğuk algınlığı semptomlarının ortalama %8 daha kısa sürdüğü görüldü. Çocuklarda ise bu oran daha yüksekti ve neredeyse 2 katı idi (%14). Bu bilgiler ışığında karar vermek en doğrusu gibi görünüyor. Beslenme alışkanlıklarınızı gözden geçirin, kötü ise bu alışkanlığınızı düzeltmeye engel bir durum olup olmadığını düşünün, çalışma temponuzu ve iklim koşullarını değerlendirin ve gereğinde doktorunuzla görüşerek karar verin.

Beslenme dışında uyku da elbette çok önemli. Erişkinler için günde 7-9 saat uyumak gerekli. Aksi halde bağışıklık sistemi zayıflamaya başlayabilir ve hastalıklara eğilimli hale gelebiliriz. Solunum sistemi enfeksiyonları da bu hastalıklar listesinin başında yer alıyor. Uykunun yanı sıra günlük egzersiz de sadece kaslarımızı değil, bağışıklık sistemimizi de daha güçlü kılar. Sadece çok ağır egzersizin bağışıklık sistemini zayıflattığını söylemek gerekli. 

Soğukta enfeksiyonların salgın haline gelmesinin altında yatan en önemli neden, insanların soğukta daha fazla kapalı yerlerde toplanmaları ve virüslerin kolaylıkla yayılmasıdır. Bu nedenle bağışıklık sisteminin güçlendirmek adına değil ama kendinizi korumak adına ellerinizi sık sık yıkayın ve özellikle dışarda ellerinizi ağzınıza, yüzünüze temas ettirmeyin.

D Vitamini Hakkında Bilmeniz Gereken 9 Bilgi

D Vitamini Hakkında Bilmeniz Gereken 9 Bilgi

1. En önemli D vitamini kaynağı güneştir. Vücudumuz güneş ışığını kullanarak D vitaminini sentezler. Besinlerle alınması zordur çünkü çok az besinde D vitamini bulunur. Ayrıca D vitaminin vücudumuzda aktif hale gelmesi için cildimizin güneş ışınları ile temas etmesi gerekiyor.

2. Günlük alınması gereken D vitamini miktarı 800 - 1000 ünitedir. Yeterli D vitamininin alınması için günde 15 dakika yüz, kol ve ellerin güneş ışığını alması gerekir.

3. Türkiye güneşli bir ülke olmasına rağmen ülkemizde 20 yaş üzeri her 10 kişiden 9’unda D vitaminin yetersiz düzeyde olduğu görülmektedir.

4. D vitamini kalsiyum emiliminde önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle güçlü kemikler için D vitaminine ihtiyaç duyarız. D vitamini kemik erimesine (tıbbi adıyla osteoporoz) karşı da koruma sağlamaktadır.

5. Ayrıca, D vitamini kasların hareket edebilmesine ve sinirlerin beyinden vücudun diğer bölümlerine mesaj taşıyabilmesine yardımcı olur. Bağışıklık sistemimiz bakteri ve virüslerle savaşmak için D vitaminine ihtiyaç duyar.

6. Son dönemde yapılan bilimsel çalışmalarda, D vitamininin hipertansiyon ve şeker hastalığı gibi kronik hastalıklara karşı koruma sağladığına yönelik bulgular yer almaktadır.

7. D vitamini vücudumuzda çok önemli görevler üstlenmektedir. Bu nedenle, özellikle yeterince güneş alamıyorsanız, D vitamini takviyesine ihtiyaç duyabilirsiniz.

8. Ancak D vitamininin fazlası vücudunuza zarar verebilir. Bu nedenle D vitamini takviyesi almadan önce mutlaka doktorunuza danışın.

9. D vitamini daha çok deniz ürünlerinde bulunur. İşte D vitamini zengini besinler:
  • Somon (deniz)
  • Çipura (çiftlik)
  • Hamsi
  • Sardalya (konserve)
  • Ton balığı (konserve)
  • Kahvaltılık margarin (sürülebilir)
  • Taze kaşar
  • Yumurta sarısı

Kış Aylarında Cildimizi Kurutan 6 Şey

Kış Aylarında Cildimizi Kurutan 6 Şey

Kış aylarında hemen herkesin yaşadığı bu sorun, doğru bakım yapılmadığında daha ciddi cilt problemlerine sebep olabiliyor. Peki, cildin kurumasına yol açan sık yapılan hatalar neler biliyor musunuz?

1. Yeterince su içmemek

Yazın nasıl terleyerek su kaybediyorsak, kışın da soğuk hava cildimizdeki nemin kaybına sebep olur. Bu yüzden cildimize ekstra nem takviyesi yapmamız gerekir. Su, cildimizin temel nem kaynağıdır. Cildimizin nemini koruması için günde en az 8 bardak su içmek gerekir. Su içmeyi ihmal edenlerdenseniz diyetinizde salatalık, kabak, kereviz, limon, portakal gibi bol su içeren gıdalardan tüketmeye özen göstermelisiniz. Böylece cildinizin nem dengesine içerden destek olmuş olursunuz.

2. Çok sıcak suyla duş almak

Sıcak su hızla buharlaştığı için cildinizdeki nemi de alır götürür. Bu yüzden yüzünüzü yıkarken ya da duş alırken çok sıcak su kullanmaya dikkat edin. Ayrıca bulaşık yıkarken ya da temizlik yaparken bulaşık eldiveni giymeyi de ihmal etmeyin.

3. Doğru nemlendirici kullanmamak

Kuru cilt denince ilk akla gelenlerden biri nemlendirici kullanmak kuşkusuz. Fakat, herhangi bir bakım ürünü cildinizi nemlendirmeye yetmeyebilir. Doğru nemlendirilmemiş bir ciltte daha sonra egzama gibi cilt hastalıkları meydana gelebilir. Bu yüzden cilt tipinize uygun nemlendirici kullanmanız önemli. Nemlendiriciyi ihtiyaç oldukça gün içinde uygulamaya devam edin. Yüzünüzü, vücudunuzu nemlendirirken dudak, dirsek, diz ve topuğu da unutmayın. Özellikle kışın spor yapanların diz ve dirsekleri çabuk tahriş olduğundan bu bölgeleri nemlendirmeye dikkat etmeleri gerekir.

4. Yanlış temizleyici kullanmak

Cildinizi temiz tutmanız elbette önemli fakat temizlemek için kullandığınız ürünlerin sabun içermemesine ve nemlendirici özelliğinin olmasına dikkat edin. Kullandığınız tonik, makyaj temizleyicisi gibi kozmetik ürünlerin yüzünüzün nem dengesini bozmayacak ürünler olduğundan emin olun. Cildinizi temizlerken sıcak su kullanmamaya ve yumuşak dokunuşlarla kurulamaya özen gösterin.

5. Doğru giyinmemek

Kış aylarında dışarıda bulunduğunuz zamanlarda mümkün olduğunca korunaklı giyinmeniz cildinizi soğuk havanın kurutucu etkisinden korur. Bu yüzden kışın şapka, eldiven, atkı kullanmak oldukça önemli.

6. Kuru havaya maruz kalmak

Soğuk havayla birlikte evlerde, iş yerlerinde kullanılan ısıtma sistemleri cildin kurumasına yol açabilir. Bu yüzden en çok bulunduğunuz ortamı ara sıra havalandırmayı alışkanlık edinin. Bununla birlikte kaloriferlerin üzerine su dolu bir kap koyarak ya da bir nemlendirici makineden faydalanarak cildinize dost bir ortam yaratabilirsiniz.

Laktoz İntoleransı Nedir, Nasıl Anlaşılır?

Laktoz İntoleransı Nedir, Nasıl Anlaşılır?

Doğada yüksek oranda sütte bulunan ve süt şekeri olarak bilinen laktoz, bir enerji kaynağıdır. Laktoz, vücudun kalsiyum ve fosfordan daha iyi yararlanmasını sağlayan bir bileşendir. Bu yüzden kemik ve diş oluşumunda da önemlidir.

Fakat bazı bünyelerde laktoz sindirilemez ve bu da bazı rahatsızlıklara sebep olur. Laktoz intoleransı olarak adlandırılan bu sorun, her on kişiden birinde yaygın olarak görülür.1 Hayati bir sorun olmamakla birlikte yaşam kalitesine olumsuz etki edebilir. Yaş ilerledikçe laktoz intoleransı daha sık görülür.

Neden olur?

Laktoz intoleransı, vücutta ince barsak hücrelerinin doğal olarak ürettiği laktaz enziminin yeterince olmaması durumunda meydana gelir ve bu durumda süt ve bazı süt ürünleri tüketildikten 30 dakika- 2 saat sonra bazı rahatsızlıklar hissedilir.

Laktoz intoleransının belirtileri nelerdir?

  • Bulantı
  • Karında kramp şeklinde ağrılar
  • Şişkinlik
  • Gaz
  • İshal
Tanı için kullanılan testler;

Laktoz intolerans testi

İçinde yoğun laktoz içeren bir sıvı içirilir. 2 saat sonra kandaki glukoz (şeker) miktarı ölçülür. Kandaki glukoz miktarı düşükse, bu laktozun sindirilemediği anlamına gelir. Fakat pratikte çok sık uygulanmayan bir testtir.

Hidrojen nefes testi

İçinde yoğun laktoz bulunan sıvı içirilir. Sindirilmemiş laktaz, kolondaki bakteriler tarafından hidrojen gibi bazı gazların oluşumuna neden olur ve solukla dışarı verilir. Bu testle nefeste hidrojen gazı ölçülerek laktoz intoleransı tespit edilir. Bu test teknik olarak zorlayıcı olacağından bebeklere uygulanması önerilmez.

Tedavisi

Laktoz intoleransı tanısı koyulduğunda laktoz içeren süt ve süt ürünlerinin diyetten çıkarılması önerilir. Fakat bunu yaparken günlük kalsiyum ihtiyacının karşılanması ihmal edilmemelidir. Çünkü kalsiyum, büyüme ve kemik sağlığı için gereklidir. Kalsiyum, sadece süt ve süt ürünlerinden değil yeşil sebze ve balıklardan da alınabilir.

Bazı süt ürünlerinde laktoz oranı çok düşüktür ya da yoktur. Örneğin yoğurttaki bakteriler içindeki laktozu parçaladıkları için laktoz intoleransı olanlarca tüketilebilirler.

Masa Başında Çalışanlara Egzersiz Önerileri

Masa Başında Çalışanlara Egzersiz Önerileri

Modern yaşam tarzı çoğumuzu gittikçe daha da hareketsiz kılıyor. Vücudumuz hareket etmek üzerine kurulu bir sistem olduğu için de bu büyük değişim; diyabet, kalp hastalıkları, obezite gibi pek çok hastalığı beraberinde getirdi.

Ama durum sandığınız kadar kötü sayılmaz. Eğer kendinizi motive ederseniz bulunduğunuz her ortamda hareket etmenin bir yolunu bulabilirsiniz. Örneğin asansör yerine merdiven kullanmak, aracı uzağa park edip ya da toplu taşımadan bir durak önce inip yürümek, ofiste hareket etmek gündelik hayatınızı sekteye uğratmadan yapabileceğiniz en kolay egzersizler.

Bunun yanında uzun süreler masa başında çalışmaktan kaslarınızda, eklemlerinizde ve omurganızda oluşan gerginlik-ağrı için bazı gevşeme ve esneme hareketleri yapabilirsiniz.

Bu basit egzersizler duruş bozukluklarını önlemeye ve kas-iskelet sisteminizin daha sağlıklı çalışmasına katkıda bulunacak.

Hareketleri yapmadan önce bunlara dikkat edin:
  • Germe egzersizleri fazla zorlanmadan nazikçe yapılmalı. Germeler 5-20 sn. kadar olmalı, sonra kaslar gevşetilmeli
  • Germe esnasında solunum yavaş, derin ve ritmik olmalı.
Ayrıca;
  • Başınızı ve gövdenizi gün içinde dik tutmaya çalışın.
  • Belinizin normal eğriliğini otururken ve ayaktayken karın kaslarınızı kasarak sağlamaya çalışın.
  • Öne eğilirken belden değil kalçalarınızdan eğilin.
  • Bel destekli sandalyeler kullanın.
  • Hızlı hareketlerden kaçının, özellikle hızlıca baş çevirme hareketleri yapmayın.
  • Uzun süre hareketsiz kalmaktan kaçının.
  • Sık sık oturma pozisyonunuzu değiştirin, ayağa kalkın.
  • Belinizle dönme hareketi yapmayın.
  • İş arasında periyodik aralıklar verin.




Koenzim Q10'u Duydunuz Mu?

Koenzim Q10'u Duydunuz Mu?

Koenzim Q10 (CoQ10) hücre içinde enerji üretiminden ve hücrelerin işlevini sorunsuz bir şekilde yerine getirmesinden sorumlu bir bileşiktir.

Enerji üretiminin yanı sıra CoQ10, sağlıklı hücreleri yok eden ve yaşlanmayı hızlandırarak dejeneratif hastalıklara neden olan serbest radikallere karşı sizi koruyan güçlü bir antioksidandır. Ayrıca bağışıklık sisteminizi güçlendiren ve vücudunuzu gençleştiren belirli genleri vücudunuzda harekete geçirir.

Vücudunuz doğal olarak CoQ10 üretir. Bununla birlikte, seviyenizin düşmesine neden olabilecek bazı faktörler vardır. Örneğin yaş, CoQ10 tükenmesine neden olabilecek bir faktördür, 30’lu yaşlar ve sonrasında insanlar düşük seviyelere sahip olma eğilimindedirler. Statin grubu (kolesterol düşürücü) ilaç kullanıyorsanız bu da düşük CoQ10 seviyesine sahip olmanızın nedenlerinden biri olabilir.

Düşük enerji seviyeleri, iç organlarımızın kademeli olarak düşmesinden ve bağışıklık sistemimizin zayıflamasından sorumludur. Koenzim Q10 seviyeleri düşerse, daha az enerji üretilir ve bu serbest radikaller hasar yaratmak için özgürleşmesine neden olabilir. Bu, yaşlanma sürecine önemli ölçüde katkıda bulunur.

Et, balık, fındık ve bazı yağlar CoQ10'nin en zengin besin kaynaklarıdır , ancak çoğu süt ürünleri, sebze, meyve ve tahıllarda çok daha düşük seviyeler bulunabilir. CoQ10'nin ortalama diyet alımı yalnızca 3-6 mg’dır ama yaklaşık yarısı indirgenmiş formdadır.

Hangi Besinler CoQ10 İçerir?

Hayvansal kaynaklı ürünler; Ülkemizde yaygın olmamakla beraber, CoQ10 en iyi kaynakları arasında ren geyiği eti gösterilebilir. Karaciğer, kalp, dana eti, ringa balığı, uskumru ve ton balığı da iyi kaynaklar arasındadır. Tereyağ, yumurta sarısı, süt ürünleri ve bazı peynirlerde CoQ10 içerirler.

Sebze ve meyveler; Sadece hayvansal kaynaklı besinler değil, bazı sebze ve meyveler de düşük düzeyde ve bitkisel formda da olsa CoQ10 içerirler. Soya fasulyesi, maydanoz, brokoli, ıspanak tatlı patates, avokado, elma, kuru üzüm, siyah üzüm bitkisel kaynaklar arasındadır.

Yağlar; Sızma zeytinyağı, yer fıstığı yağı, kolza yağı, soya fasulyesi yağı, susam yağı ve ayrıca fıstık, fındık ve ceviz gibi yağlı tohumlar da koenzim Q10 içerirler.

Tahıllar; Mısır özü, pirinç kepeği, buğday tohumu ve karabuğday gibi tam tahıllarda CoQ10 içerirler.


Ne Kadar CoQ10 Almalıyız?

Çeşitli kaynaklar kişisel özelliklere, yaşa, kullanılan ilaçlara ve hastalık durumlarına göre değişen önerilerde bulunuyor, alzheimer, kalp hastalıkları, diyabet, fibromiyalji gibi birçok hastalıkta önerilen doz artabiliyor. Ama herhangi özel bir durumunuz yoksa günlük ihtiyaç için genel olarak koenzim Q10 içeren zengin multivitamin & mineral kombinasyonlarını içeren preparatlar kullanabilirsiniz.

Yukarıda da bahsettiğim gibi koenzim Q10 birçok farklı besinde bulunabiliyor. Ama önerilen dozları almak her zaman diyetle yeterli olamayabiliyor. Bu durumda hekiminize danışarak kontrollü bir şekilde takviye kullanabilirsiniz.

Bahar Yorgunluğu

Bahar Yorgunluğu

Havaların ısınması ve baharın gelmesiyle birlikte birçok kişi eklem ağrılarından, halsizlikten, enerji düşüklüğü ve sürekli uyku isteğinden bahsediyor. Bu aslında bahar aylarında sıkça karşılaştığımız bahar yorgunluğu olarak adlandırılıyor. Bu durum insan metabolizmasında gerçekleşen bazı değişikliklerden kaynaklanabilir ve küçük değişikliklerle önlenebilir. 

Baharda Daha Enerjik Olmak İçin 10 Öneri;
  1. Akşam yatmadan önce ve sabah kalkınca odanızı mutlaka havalandırın. Oksijen sizi daha enerjik kılabilir. Sabahları ılık bir duş almak sizi dinçleştirebilir.
  2. Haftada en az 3 gün yapacağınız tempolu yürüyüşler ve aktif yaşam tarzını benimsemek de yine yorgunluğa karşı sizi koruyacaktır. Bu yürüyüşleri açık havada yapmanızı tavsiye edebiliriz.
  3. Düzenli uyku saatleri belirlemeli ve bu saatlere sadık kalmalısınız. Yeterli uyku, gün boyunca enerjik kalmanıza yardım edecektir. Günde en az 6 saat uyumaya özen gösterin.
  4. B ve C vitaminlerini, magnezyum ve potasyumu yeteri kadar alıp almadığınızı gözden geçirin ve mevsiminde taze meyve, sebze tüketimine önem verin.
  5. Beyin performansı için en önemli öğün olan kahvaltıyı kesinlikle atlamayın ve düzenli öğün tüketmeye özen gösterin.
  6. Beyaz rafine edilmiş besinler yerine tam buğday, çavdar, kepek gibi rafine edilmemiş tam tahılları tercih edebilirsiniz.
  7. Antioksidan vitamin ve mineraller, metabolizma sonucu oluşan zararlı maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur. Antioksidan vitaminler ; A, C, E vitaminleri, antioksidan mineraller ise; selenyum ve çinkodur.
  8. Omega 3 bakımından oldukça zengin olan somon balığıyla hafızanızı güçlendirebilir ve enerjinizi yükseltebilirsiniz. Ayrıca içeriğindeki sağlıklı yağlarla kan basıncınızı ve kolesterolünüzü düşürebilirsiniz.
  9. Avokado, yüksek lif içeriğiyle uzun süre tok kalmanıza ve enerji dengenizi sağlamanıza yardımcı olur.
  10. Lif, B vitamini ve potasyum bakımından zengin bir içeriğe sahip olan muz ile kas fonksiyonlarınızı destekleyebilirsiniz. Özellikle egzersiz öncesinde veya sonrasında yarım bardak yağlı süt veya yoğurt ile birlikte tükettiğinizde, liflerin ve proteinin enerji verici birlikteliğinden faydalanabilirsiniz.
Sıvı Alımına Dikkat Edin; 

Havaların ısınmaya başlamasıyla birlikte günlük sıvı ihtiyacımız da artış gösterir. Bahar döneminde yorgunluk, halsizlik, uykusuzluk gibi şikayetleriniz varsa kafeinli içecekleri azaltın. Kahve, çay, kakao ve benzeri kafeinli içecekler yerine bitkisel çayları, rahatlatıcı etkilerinden de yararlanmak için tercih edebilirsiniz.  

 Sıvı ve mineral eksikliği gün içindeki baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu ve halsizlik gibi sorunların sebebi olabilir. Bu sebeple gün içinde mutlaka en az 2-2,5 litre su ve 1-2 şişe maden suyu tüketmeye özen gösterin. 

Dikkat!!! 
Eğer uzun süreli olarak enerji düşüklüğü, halsizlik, yorgunluk, konsantrasyon bozukluğu gibi sorunlar yaşıyorsanız multivitamin desteği kullanmayı ihmal etmeyin. 

Uzun Saatler Çalışanlara Öneriler

Uzun Saatler Çalışanlara Öneriler

Uzun saatler çalışanlar için beslenme konusu her zaman merak konusudur. Sağlıklı beslenme sadece günlük hayatınızda değil, iş hayatınızda da daha mutlu, enerjik ve verimli olmanıza yardımcı olur. Uzun saatler çalışanların dikkat etmesi gereken maddeleri sizlerle paylaşmak istedim.

1. Kahvaltı Seçimlerinize Dikkat Edin

Sabah kahvaltısı, tüm çalışanlar için genelde problemdir. Çalışanların büyük kısmı çok erken kalkmak, acelesi olmak, çocuğu okula yetiştirmek gibi birçok bahaneyle bu öğünü atlıyor. Kahvaltı güne güzel başlamanızı sağlayacak, enerjinizi ve konsantrasyonunuzu korumaya yardımcı olacak günün en önemli öğünüdür.

Sabah sadece karbonhidrat içeren bir besin tüketirseniz yanında protein eklenmediği için öğlene doğru kan şekeri düşebilir ve bu da aşırı derece de yeme isteği doğurur. Oysa sabah karbonhidrat, protein ve yağ açısından dengeli bir öğün enerjinizi uzun süre ayakta tutmaya ve uzun süre tokluk hissi yaratmaya yardımcı olur.

2. Seçimlerinizi Önceden Planlayın

Yiyeceğinizi daha önceden planlarsanız, sağlıklı hareket edersiniz. Örneğin öğle, sebze ağırlıklı beslenirken akşam, et yiyebilirsiniz. Besinleri tanımanız neyi, ne kadar yiyebileceğinizi belirlemeniz için çok önemli. Eğer mümkünse akşam evde yaptığınız yemekleri veya sabah hazırladığınız kahvaltılıkları uygun kaplar ile ofise taşıyabilirsiniz.

3. Uzun Saatler Aç Kalmayın

Ara öğün sıklığı ve saati kişiden kişiye göre değişebilir. Ama özellikle sabah kahvaltınızı erken saatlerde yapıyorsanız veya akşam yemeği çok gecikecek ise yaptığınız küçük bir ara öğün ana öğünlerde tüketeceğiniz miktarı kontrol edebilmenize yardımcı olur. Buda daha az kalori almanıza ve kilo vermenize fayda sağlar. Ara öğün yapmaya vaktim yok diyenlerdenseniz ve yerinizden kalkacak vaktiniz yoksa çekmecenizde, taze veya kuru meyve, fındık, ceviz gibi kuru yemişler, diyet bisküvi, galeta gibi pratik yiyecekleri bulundurup, bitki çayı, ayran, süt tüketebilirsiniz.

4. Dışarıdan Verdiğiniz Siparişlere Dikkat

Dışarıdan yemek sipariş ediyorsanız da sağlıklı tercihler bulabilirsiniz. Ton balıklı / peynir / ızgaralı salata, ızgara köfte / tavuk / balık, kepekli tost tercih edebilirsiniz. İki haftada bir kez de kremasız makarna veya yarım, ince hamurlu pizza tercih edilebilir. Salata soslarına dikkat! Lezzetli olabilmesi adına fazladan eklenen soslar kalori açısından acımasız olabilir. Sosları ayrıca isteyip, kontrollü miktarda ilave edebilirsiniz.

5. İş Başındayken Yemek Yemeyin

Ofis çalışanlarının yaptığı en büyük hatalardan biri, çalışırken yemek yemek. Bu davranış biçimi, maalesef aldığınız kalori yeterli olsa bile sizi tam tatmin etmez. Yemek yemek için zaman ayırın ve oturarak yiyin. Sindirim ve tokluk hissi için yavaş yavaş tüketin ve iyi çiğneyin. Önceliği kendinize verin, unutmayın siz sağlıklı beslenmez ve sağlıklı olmazsanız, işinizi de sağlıklı bir şekilde yapamazsınız.

6. Yeteri Kadar Su İçtiğinizden Emin Olun

Ofis çalışanlarının en büyük sorunlarından biri de yetersiz sıvı tüketimi. Gün içinde yeterli sıvı almadığınızda halsizlik, yorgunluk, baş ağrısı, konsantrasyon güçlüğü gibi sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Yeteri miktarda ve doğru sıvı alımı bu şikayetlere çözüm olabilir. Su veya maden suyu sıvı ihtiyacı için iyi seçimlerdir. Su içmeyi unutuyorsanız masada en çok gördüğünüz yere notlar yapıştırabilir ya da sadece bunun için kurgulanmış mobil uygulamalardan faydalanabilirsiniz.

7. Hareket Etmeyi İhmal Etmeyin

Ofis çalışanları için hareket imkanının kısıtlı olduğunu biliyorum ama gün içinde aktif olmak imkansız değil. Yürüyen merdiven veya asansör yerine normal merdiven kullanarak, iş arkadaşınıza telefon etmek yerine masasına giderek, öğle yemeklerinde eğer mümkünse yürüyüş mesafesi yerler seçmek alternatifler arasında olabilir. Araştırmalar da her saat başı masanızdan kalkmanızı ve hareket etmenizi destekliyor. Utah Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre her saat sadece 2 dakikalık düşük yoğunluklu egzersiz yapanların erken ölüm riski %33 oranında azalıyor. Masanızdan kalkıp her saat başı 2 dakika yürümek veya orta yoğunlukta aktiviteler aslında küçük ve etkisiz gibi görünüyor. Ama gün içinde ortalama 16 saat uyanık kaldığınızı ve her saat başı 2 dakika bunlara zaman ayırdığınızı düşünürseniz haftada ortalama 400 kcal daha fazla yakabilirsiniz.

8. Akşam Yemeğinizin Saatine Dikkat Edin

Eğer akşamları geç saatlere kadar çalışıyorsanız ve akşam yemeğiniz geç saatlere kalıyorsa, yemek saatinizde küçük bir değişiklik yapabilirsiniz. Akşam yemeğinizi ofiste de evde de olsanız aynı saatlerde yemeye özen gösterin. Çok geç saatlere bıraktığınızda o saate kadar çok fazla aç kaldığınız için daha büyük porsiyonlarda yeme isteğiniz artar. 

Yulaf ve Faydaları

Yulaf ve Faydaları

Son zamanların en popüler besinlerden biri de yulaf… Kahvaltıda süt veya yoğurdun içinde hatta tatlılarda bile kullanılıyor. Çok eski beslenme alışkanlıklarımız arasında olmasa da ben tüketilmesini önemsiyorum ve son yıllarda daha çok kullanılmaya başlandığını ve sevildiğini düşünüyorum. 

En değerli tahıllardan biri 

Yulaf, diğer tahıllara göre daha yüksek oranda çözünür posa içerir. Ayrıca demir, manganez, çinko ve E vitamini, tiamin, niasin, riboflavin, folat ve diğer B grubu vitaminler açısından zengindir. Yulaf aynı zamanda iyi bir selenyum kaynağıdır. Aynı zamanda Selenyum, vücut için önemli bir antioksidandır, astım ve kalp hastalıklarına karşı koruyucudur, DNA tamiri ve özellikle kolon kanseri olmak üzere kanser riskini azaltır. Magnezyum, vücudun glukoz ve insülin salınımında görev alan 300’den fazla enzimin salınımı için gerekli bir mineraldir ve yulaf magnezyum için de önemli bir kaynaktır. 

Çözünebilen Lifler İçerir 

Yulafın kendi yapısında betaglukan isimli, suda çözünebilen bir lif bulunur. Betaglukan kolesterolün ve kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olur. Betaglukan midenizde çözünür ve jel oluşumu meydana gelir. Bu jel yapı, midede ve ince bağırsakta safra asidini bağlayıp dışkı yolu ile dışarı atılmasını sağlar. Bunun sonucunda karaciğer, yeniden safra asidi üretmek için kandaki kolesterolü kullanır ve böylece LDL (kötü kolesterol) ve toplam kolesterol seviyesinde düşme sağlanır. 

Güne kan şekeri dengeleyici özelliği olan yulaf gibi bir besinle başlamak gün boyunca kan şekeri kontrolünün sağlanmasına yardım eder. Tip 2 diyabetli bireylerde yulaftan zengin bir beslenmenin kan şekerini daha iyi dengelediği gözlenmiştir. Yulaf içindeki çözünür lifler barsak ve sindirim sistemine de yardımcıdır. Uzun süreli tokluk hissi yaratarak kilo kontrolünü de desteklemektedir. 

KAHVALTI İÇİN TOK TUTAN OMLET 

1 tam yumurta
2 yumurta beyazı
1 yemek kaşığı yulaf kepeği/ ezmesi
½ demet maydanoz
2 yemek kaşığı lor
Az tuz pul biber

Hepsini çırparak 1 tatlı kaşığı yağ ilave edilmiş tavada iki taraflı pişirin.

Avokadonun Faydaları

Avokadonun Faydaları

Avokado bir meyve gibi düşünülse de aslında önemli miktarda yağ içeriyor ve içerdiği bileşenlerle sağlığa pek çok fayda sağlıyor.  Avokado tüketimi kolesterol azaltıcı orta yağ içerikli bir diyet ile kötü kolesterol seviyelerini düşürmeye yardımcı olabiliyor. Amerikan Kalp Derneği dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, günde bir avokado tüketmek kalp sağlığının önemli bir parçasını oluşturuyor ve kolesterol azaltıcı orta yağ içerikli bir diyet kötü kolesterol seviyelerine ve obez olan bireylere iyi gelebiliyor.

Bunların yanı sıra Avokado içerdiği faydalı bileşenlerle cildinizi de güzelleştirmeye katkıda bulunur. 

Avokadonun içindeki sağlıklı yağ asitlerinin yeteri miktarda tüketilmesi cildin esnek ve nemli tutulması için önemlidir. 700'den fazla kadın üzerinde yapılan bir araştırmada, yüksek miktarda, özellikle avokadoda bulunan sağlıklı yağ türlerinin tüketimi, daha yumuşak, esnek cilt ile ilişkili bulundu.

Avokado, cildi oksidatif hasarlardan koruyan önemli bir antioksidan olan E vitamini için de iyi bir kaynaktır. E vitamini, cilt için faydalı diğer bir vitamin olan C vitaminiyle birleştiğinde etkisi daha da artıyor. C vitamini eksikliği çok sık görülmese de, eksiliğinde kuru, pürüzlü, bir cilde sebep olabiliyor.

Sosyal Medya Şişmanlatıyor Mu?

Sosyal Medya Şişmanlatıyor Mu?

Sosyal medya, hemen hemen hepimizin hayatının bir parçası haline geldi. Muhtemelen sizde bu satırları telefonunuzdan veya bilgisayarınızdan okuyorsunuz.

Instagram, Facebook, YouTube, Twitter… Her gün yüzlerce içerik, paylaşım, hikaye… Resimler koyuyor, beğeniyor bazen çok gülüyor bazense üzülüyoruz.  İşte bütün bunlar artık sosyal medyanın hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldiğini kanıtlıyor.

Arkadaşlık ilişkilerimizi, gideceğimiz yerleri, yiyeceğimiz yemekleri birçok şeyi etkiliyor. Peki sizce beslenme alışkanlıklarını etkiliyor mu?

Cevap: EVET

Eğer siz de yediklerinin resmini çekmeden yemeğe başlayamayanlardansanız zaten bu soruya çoktan cevap vermiş olmalısınız. İnsan psikolojisi üzerinde yapılan bazı araştırmalara göre yemek yerken masanın üzerinde duran cep telefonları, duygusal strese sebep oluyor ve beyne gönderilen stres sinyalleri, tat alma duygusunda bozulmaya yol açıyor.

Ayrıca Instagram’da takip ettiğiniz hesaplara göre de alışkanlıklarımız değişebiliyor. Çünkü paylaşımlar iştahı etkileyebiliyor. Özellikle tatlı paylaşımları iştahı açabiliyor ve psikolojik açlığa sebep olabiliyor. Sıcak çikolatayla eriyen bir çikolata topunun içinden çıkan dondurmayı eminim hepimiz görmüşüzdür ve tok bile olsak “Keşke orada olsam!” cümlesini içimizden geçirmişsinizdir. Hatta araştırmalara göre sosyal medya kullanımı, yeme bozukluklarında da etkili olabiliyor. Özellikle ergenlik çağındakilere güzellik ve zayıflık özdeşleştirilmesiyle ilgili baskı oluşturması, bu durumun ciddiyetini gösteriyor. Ama bunun tam tersi olarak sosyal medyada egzersiz/fitness gibi özendirici hesapları takip etmek de motivasyonu artırabiliyor.

Sosyal medya özellikle de gençleri daha çok etkiliyor. Kaliforniya Üniversitesi’nin yaptığı çalışmada; gençlerin sosyal medya üzerinden resimlerinin beğenilmesi, onlara çikolata yemiş ya da para kazanmış gibi haz veriyor. Bu da aslında yine beynin ödül merkezinin uyarılmasıyla gerçekleşiyor.

Neler Yapabiliriz?

  • Takip ettiğiniz hesapları gözden geçirin ve sizi olumsuz etkilediğini düşündüklerinizi takibi bırakın.
  • Sizi motive edecek, örneğin su içmeyi veya hareket etmeyi teşvik eden mobil uygulamaları indirin.
  • Yemek yerken telefonunuzdan uzaklaşın ve yemek yediğinizi hissedin. 
  • Dijital aygıtları ve onlardan gelen bildirimleri unutmaya çalışın. Yemek yemek her ne kadar hayati bir ihtiyaç da olsa insanoğlunun en çok keyif aldığı aktivitelerden biri.
  • Doyduğunuzu hissedince yemeyi bırakın, masada sadece sohbetten keyif almaya çalışın.

Gece Atıştırmaları ve Reflü

Gece Atıştırmaları ve Reflü

“Akşam saatlerinden itibaren inanılmaz acıkıyorum kendimi tanıyamıyorum’’, ‘’Gece yediklerim yüzünden sabah hep pişmanlıkla uyanıyorum” , “Sanki iki farklı insan gibiyim gün içinde hiç acıkmıyorum her şey akşam başlıyor”… Bu cümleler size tanıdık geliyorsa ve gece yemelerinden muzdaripseniz, üzülmeyin yalnız değilsiniz. Özellikle akşam yemeğinden sonraki saatlerde içinizde uyanan iştah canavarının birkaç sebebi olabilir. Sebebini öğrenmek çözüme ulaşmanın ilk ve en önemli adımıdır, haydi hep beraber bakalım…
  • Alışkanlıklarınız bu yönde değişmiş olabilir ve sadece alışkanlıklar sebebiyle o gün geç saatte bir şeyler yeme isteği duyuyor olabilirsiniz.
  • Günün diğer saatlerinde yeterli ve dengeli beslenmeyerek, ihtiyacınız olan enerji ve besin ögelerini almıyor olabilirsiniz. Bu durumda, özellikle bütün gün yetersiz beslenenlerde, akşam yeme atağı görülebiliyor.
  • Duygularınıza yenik düşüyor ve aslında aç değilken bile kendinizi bir şeyler yerken buluyor olabilirsiniz.
  • İnsülin metabolizmasına bağlı herhangi bir sağlık sorunundan dolayı sık acıkıyor ve tatlıya istek duyuyor olabilirsiniz. Yemeklerden 1-2 saat sonra aniden acıkma, gece tatlı isteği ve özellikle karın bel bölgesine yoğunlaşmış kilo probleminiz varsa bir endokrinoloji ve metabolizma uzmanına görünmenizi tavsiye ederim.
Yukarıdaki sebeplerin bir veya bir kaçı yüzünden gece atıştırmaları hayatınızın bir parçası olmuş olabilir.

Bununla baş edebilmek için;
  • Sabahları güne protein içeren bir kahvaltıyla başlayın. Yumurta, peynir, süt veya yoğurt iyi seçimlerdir.
  • Düzenli öğün yapmaya özen gösterin. Gün içerisinde almanız gereken besinleri 3 ana ve 1-2 ara öğün şeklinde planlayabilirsiniz. 
  • Sizi yoldan çıkardığını düşündüğünüz besinleri etrafınızda bulundurmamaya özen gösterin. 
  • Basit şeker ve basit şeker içeren besinler hızlıca acıkmanıza neden olabileceği için uzak durmaya özen gösterin. 
  • Her gün süt grubu, et grubu, tahıl grubu, sebze ve meyve grubu, yağ grubu besinleri yeterli miktarda aldığınızdan emin olun. Eksik beslenmek, daha sonra açlığınızı kontrol edememenize neden olabilir. 
REFLÜNÜZ VARSA;

Reflünüz varsa gece geç saatte yenen yemekler, şikayetlerinizin artmasına neden olabilir.Yapacağınız birkaç küçük yaşam tarzı değişikliği ile şikayetlerinizi azaltabilirsiniz.
  1. Yemekleri az az ve sık sık olacak şekilde tüketin. Yavaş ve iyi çiğneyin.  Yiyecek ve içeceklerinizin çok sıcak veya çok soğuk olmamasına dikkat edin. 
  2. Sıvıları, öğün aralarında alın. 
  3. Yürüyüş yaparak mide ve bağırsak hareketlerini düzenleyin
  4. Ccedil;ok dar ve belinizi sıkan kıyafetler giymeyin ve stresten uzak durmaya çalışın.
  5. Yemek yedikten sonraki üç saatte asit üretimi en üst düzeydedir. Bu süre diliminde yatmayın, dik durarak yer çekimiyle birlikte midenizdekilerin olması gerektiği yerde, yani aşağıda durmasına yardımcı olun.
  6. Kilo probleminiz varsa bir beslenme ve diyet uzmanıyla beslenme alışkanlıklarınızı değiştirmeye yönelik kilo verme programı yapın.
  7. Aşırı yağlı, kızarmış, kavurulmuş, baharatlı ve acı besinlerden uzak durun. Ayrıca kereviz, lahana, karnabahar, mandalina, greyfurt, limon, portakal, kayısı ve kuru baklagiller hassasiyeti artırabilir. Bu konuda kendinizi gözlemleyin. Kahve, çay, asitli içecekler ve çikolata tüketiminde dikkatli olun.
  8. Uyurken başınızı yüksek tutmanız asit reflüsünün etkilerini azaltabilir. Başınızın yüksek konumda olması, mide asidinin göğsünüze çıkmasını engellemeye yardımcı olur.